-
عشق در هنگام استیلا و خشم ** زشت گرداند لطیفان را به چشم
- Aşk, kızıştı da akın etti mi bütün güzeller, göze çirkin görünür.
-
هر زمرد را نماید گندنا ** غیرت عشق این بود معنی لا
- Aşk gayreti, zümrüdü bile insanın gözüne pırasa kadar adi gösterir... İşte “Lâ”nın manası budur.
-
لااله الا هو اینست ای پناه ** که نماید مه ترا دیگ سیاه
- Ey sığınacak yer arayan, “Lâ ilâhe illâ Hû” budur... Ay bile sana kararmış çömlek gibi görünür!
-
هیچ مال و هیچ مخزن هیچ رخت ** می دریغش نامد الا جز که تخت
- Belkıs da hiçbir mala hiçbir hazineye, hiçbir değerli şeye ehemmiyet vermiyordu... Yalnız tahtından geçememişti.
-
پس سلیمان از دلش آگاه شد ** کز دل او تا دل او راه شد 870
- Süleyman, Belkıs’ın gönlündekini anladı... Çünkü Süleyman’ın gönlünden Belkıs’ın gönlüne yol olmuştu!
-
آن کسی که بانگ موران بشنود ** هم فغان سر دوران بشنود
- Karıncaların sesini bile duyan, elbette uzaktakilerin feryadını da duyar.
-
آنک گوید راز قالت نملة ** هم بداند راز این طاق کهن
- “Bir karınca dedi ki” sırrını söyleyen, bu köhne kemerin, bu eski dünyanın sırrını da bilir.
-
دید از دورش که آن تسلیم کیش ** تلخش آمد فرقت آن تخت خویش
- Uzaktan gördü ki o kendisini bile teslim eden Belkıs’a, yalnız tahtından ayrılmak acı geliyor!
-
گر بگویم آن سبب گردد دراز ** که چرا بودش به تخت آن عشق و ساز
- Bunun sebebini söylesem, tahtına neden bu kadar âşıktı... Anlatmaya kalkışsam söz uzar.
-
گرچه این کلک قلم خود بیحسیست ** نیست جنس کاتب او را مونسیست 875
- (Belkıs, tahtla aynı cinsten değildi... Doğru, fakat) bu kalem de duygusuzdur, kâtiple aynı cinsten değildir ama ona munistir, eştir, arkadaştır.
-
همچنین هر آلت پیشهوری ** هست بیجان مونس جانوری
- Her sanatın aleti de böyle cansızdır ama canlı olan sanatkârın munisidir.
-
این سبب را من معین گفتمی ** گر نبودی چشم فهمت را نمی
- Anlayış gözünde nem olmasaydı bu sebebi daha açık anlatırdım!
-
از بزرگی تخت کز حد میفزود ** نقل کردن تخت را امکان نبود
- Taht haddinden fazla büyüktü; nakledilmesine imkân yoktu.
-
خرده کاری بود و تفریقش خطر ** همچو اوصال بدن با همدگر
- Pek ince sanatlıydı... Beden gibi eczası, tamamı ile birbirine bitişmişti... Ayrılıp götürülmesi de mümkün değildi, kırılabilirdi.
-
پس سلیمان گفت گر چه فیالاخیر ** سرد خواهد شد برو تاج و سریر 880
- Süleyman dedi ki: Sonunda tahttan da, taçtan da soğuyacak ya!
-
چون ز وحدت جان برون آرد سری ** جسم را با فر او نبود فری
- Can, birlik âlemine ulaşır, o âlemden baş gösterirse birliğin nuruna karşı bedenin nuru kalmaz artık.
-
چون برآید گوهر از قعر بحار ** بنگری اندر کف و خاشاک خوار
- İnci, denizin dibinden çıktı mı denizdeki köpüklerle çer çöpü hor hakir görürsün!
-
سر بر آرد آفتاب با شرر ** دم عقرب را کی سازد مستقر
- Nurlar saçan güneş doğdu, baş gösterdi mi artık akrebin kuyruğunda kim yurt tutmak ister?
-
لیک خود با این همه بر نقد حال ** جست باید تخت او را انتقال
- Fakat bütün bunlarla beraber yine de onun tahtını getirtmek lâzım.
-
تا نگردد خسته هنگام لقا ** کودکانه حاجتش گردد روا 885
- Getirtmeli de buluştuğu vakit üzülmesin... Çocukça dileği yerine gelmiş olsun.
-
هست بر ما سهل و او را بس عزیز ** تا بود بر خوان حوران دیو نیز
- O taht bizce adi bir şey ama onca pek aziz... Ne yapalım, hurilerin sofrasında birde şeytan bulunsun!
-
عبرت جانش شود آن تخت ناز ** همچو دلق و چارقی پیش ایاز
- Hem o nazlı tahtı, sonradan Eyaz’a hırkasıyla çarığı nasıl ibret olduysa ona da ibret olur!
-
تا بداند در چه بود آن مبتلا ** از کجاها در رسید او تا کجا
- Bu tahta bakar da neye tutulduğunu, nereden nereye geldiğini, ne haldeyken ne hale büründüğünü bilir, anlar!
-
خاک را و نطفه را و مضغه را ** پیش چشم ما همیدارد خدا
- Allah da toprağı, meniyi ve et parçasını daima bizim gözümüz önünde tutmuyor mu?
-
کز کجا آوردمت ای بدنیت ** که از آن آید همی خفریقیت 890
- A kötü niyetli bak... Seni ne halden ne hale getirdim? Şimdi onlardan nefret ediyorsun değil mi?