English    Türkçe    فارسی   

4
884-908

  • لیک خود با این همه بر نقد حال ** جست باید تخت او را انتقال
  • Fakat bütün bunlarla beraber yine de onun tahtını getirtmek lâzım.
  • تا نگردد خسته هنگام لقا ** کودکانه حاجتش گردد روا 885
  • Getirtmeli de buluştuğu vakit üzülmesin... Çocukça dileği yerine gelmiş olsun.
  • هست بر ما سهل و او را بس عزیز ** تا بود بر خوان حوران دیو نیز
  • O taht bizce adi bir şey ama onca pek aziz... Ne yapalım, hurilerin sofrasında birde şeytan bulunsun!
  • عبرت جانش شود آن تخت ناز ** هم‌چو دلق و چارقی پیش ایاز
  • Hem o nazlı tahtı, sonradan Eyaz’a hırkasıyla çarığı nasıl ibret olduysa ona da ibret olur!
  • تا بداند در چه بود آن مبتلا ** از کجاها در رسید او تا کجا
  • Bu tahta bakar da neye tutulduğunu, nereden nereye geldiğini, ne haldeyken ne hale büründüğünü bilir, anlar!
  • خاک را و نطفه را و مضغه را ** پیش چشم ما همی‌دارد خدا
  • Allah da toprağı, meniyi ve et parçasını daima bizim gözümüz önünde tutmuyor mu?
  • کز کجا آوردمت ای بدنیت ** که از آن آید همی خفریقیت 890
  • A kötü niyetli bak... Seni ne halden ne hale getirdim? Şimdi onlardan nefret ediyorsun değil mi?
  • تو بر آن عاشق بدی در دور آن ** منکر این فضل بودی آن زمان
  • Sen o devirlerde o toprağa, meniye, et parçasına âşıktın... O zamanlar bu kerem ve ihsanı inkâr ediyordun!
  • این کرم چون دفع آن انکار تست ** که میان خاک می‌کردی نخست
  • Önce toprak halindeyken ( ben nereden akıl ve ruh sahibi olacağım diye) inkârda bulunuyordun ya... bu kerem ve ihsan, o inkârını gidermek içindir.
  • حجت انکار شد انشار تو ** از دوا بدتر شد این بیمار تو
  • Canlanman, evvelki inkârına karşı reddedilmez bir delildir... Şu hastalığın dermandan da beter oldu ya!
  • خاک را تصویر این کار از کجا ** نطفه را خصمی و انکار از کجا
  • Toprağın bu işi yapmasına imkân mı var... Meni, düşmanlıkta bulunur, inkâra düşer mi hiç?
  • چون در آن دم بی‌دل و بی‌سر بدی ** فکرت و انکار را منکر بدی 895
  • O zamanlar gönülsüz ve ruhsuzdun... Bu yüzden düşünceyi de inkâr ediyordun, inkârı da!
  • از جمادی چونک انکارت برست ** هم ازین انکار حشرت شد درست
  • Cemadken insan olacağını inkâr ederdin, şimdi de haşr olmayı inkâr etmede ayak diredin!
  • پس مثال تو چو آن حلقه‌زنیست ** کز درونش خواجه گوید خواجه نیست
  • Sen şuna benzersin: Adam gelir, kapıyı döver de ev sahibi, içerden “Ev sahibi evde yok diye bağırır.
  • حلقه‌زن زین نیست دریابد که هست ** پس ز حلقه بر ندارد هیچ دست
  • Kapıyı döven bu “Ev sahibi evde yok” sözünden anlar ve ev sahibi içerdedir... Halkadan elini çekmez!
  • پس هم انکارت مبین می‌کند ** کز جماد او حشر صد فن می‌کند
  • Senin inkârın da Allah’ın cemad âleminden yüzlerce haşirde bulunduğunu, yüzlerce can yarattığını gösterir, belli eder!
  • چند صنعت رفت ای انکار تا ** آب و گل انکار زاد از هل اتی 900
  • Su ve toprağın “Hel etâ”dan inkâr doğurmasına dek, (insanın aslî maddesi bile yokken nihayet sudan, topraktan meni haline gelip duygu ve görgü sahibi olmasına kadar) nice sıfatlar düzüldü, koşuldu!
  • آب وگل می‌گفت خود انکار نیست ** بانگ می‌زد بی‌خبر که اخبار نیست
  • İşte su ve toprak (yani insan) da (inkârda bulunuyor ama hakikatte) inkâr etmemekte... Yalnız o ev sahibi gibi “o haber veren içerde yok” diye bağırmakta!
  • من بگویم شرح این از صد طریق ** لیک خاطر لغزد از گفت دقیق
  • Bunu yüz türlü açar, anlatırım ama ince sözlerden insanın aklı sürçer... Onun için vazgeçiyorum!
  • چاره کردن سلیمان علیه‌السلام در احضار تخت بلقیس از سبا
  • Süleyman aleyhisselâm’ın Belkıs’ın tahtını Sebe’den getirtmeye bir çare bulması
  • گفت عفریتی که تختش را به فن ** حاضر آرم تا تو زین مجلس شدن
  • Bir ifrit dedi ki: Sen daha yerinden kalkmadan ben, tahtını getiririm.
  • گفت آصف من به اسم اعظمش ** حاضر آرم پیش تو در یک دمش
  • Asaf da “İsm-i âzam kudretiyle ben, bir anda bu tahtı buraya getiririm” dedi.
  • گرچه عفریت اوستاد سحر بود ** لیک آن از نفخ آصف رو نمود 905
  • İfrit, sihirde üstattı ama o taht, Asaf’ın nefesiyle geldi.
  • حاضر آمد تخت بلقیس آن زمان ** لیک ز آصف نه از فن عفریتیان
  • Belkıs’ın tahtı derhal Süleyman’ın huzurunda belirdi... Fakat Asaf’ın himmetiyle; ifritlerin hilesiyle değil!
  • گفت حمدالله برین و صد چنین ** که بدیدستم ز رب العالمین
  • Süleyman, Allah’a hamd olsun dedi... Bu nimeti de âlemlerin Rabi’nin lütfuyla gördüm, bunun gibi yüzlercesini de!
  • پس نظر کرد آن سلیمان سوی تخت ** گفت آری گول‌گیری ای درخت
  • Sonra tahta baktı da dedi ki: Evet sen ahmakları aldatabilirsin ey ağaç!