-
از هوا بشنید بانگی کای حطیم ** تافت بر تو آفتابی بس عظیم
- Fakat bu sırada havadan “Ey Hatîm, sana pek büyük bir güneş doğdu...
-
ای حطیم امروز آید بر تو زود ** صد هزاران نور از خورشید جود 920
- Ey Hatîm, bugün sana cömertlik güneşinden yüz binlerce nur isabet ediverdi...
-
ای حطیم امروز آرد در تو رخت ** محتشم شاهی که پیک اوست بخت
- Ey Hatîm, bugün sana, talih ve bahtın, ardında çavuş olduğu ulular ulusu bir padişah gelip kondu...
-
ای حطیم امروز بیشک از نوی ** منزل جانهای بالایی شوی
- Şüphe yok ki yeni baştan yücelikler âlemine mensup canların konağı olacaksın...
-
جان پاکان طلب طلب و جوق جوق ** آیدت از هر نواحی مست شوق
- Tertemiz canlar her yandan bölük bölük, takım takım, şevklerinden sarhoş olarak sana gelecekler” diye ses geliyordu.
-
گشت حیران آن حلیمه زان صدا ** نه کسی در پیش نه سوی قفا
- Halime bu sese şaşırıp kaldı... ne önde kimse vardı, ne artta!
-
شش جهت خالی ز صورت وین ندا ** شد پیاپی آن ندا را جان فدا 925
- Altı cihette de kimse yoktu... fakat bu canlar feda olası ses, ardı ardına gelip durmaktaydı.
-
مصطفی را بر زمین بنهاد او ** تا کند آن بانگ خوش را جست و جو
- Halime, o güzel ses nereden geliyor, kim söylüyor diye araştırmak üzere Mustafa’yı yere bıraktı.
-
چشم میانداخت آن دم سو به سو ** که کجا است این شه اسرارگو
- Her tarafa göz gezdirdi... o sırlar açan, gizli şeyler söyleyen padişah nerede diye her tarafa baktı.
-
کین چنین بانگ بلند از چپ و راست ** میرسد یا رب رساننده کجاست
- Yarabbi, böyle yüce bir ses sağdan, soldan gelmede... Fakat söyleyen kim? diyordu.
-
چون ندید او خیره و نومید شد ** جسم لرزان همچو شاخ بید شد
- Kimseyi göremeyince şaşırdı, ümidi kesildi, söyleyeni bulamayacağını anladı... Söğüt dalı gibi her tarafı tir tir titriyordu.
-
باز آمد سوی آن طفل رشید ** مصطفی را بر مکان خود ندید 930
- Tekrar o aklı başında olan çocuğu bıraktığı yere döndü... Bir de ne baksın, Mustafa, koyduğu yerde yok!
-
حیرت اندر حیرت آمد بر دلش ** گشت بس تاریک از غم منزلش
- Büsbütün şaşırdı... Konağı dertlerle karardı âdeta!
-
سوی منزلها دوید و بانگ داشت ** که کی بر دردانهام غارت گماشت
- Şu yana, bu yana koşup bağırmaya, bir tanecik incimi kim aldı benim diye feryat etmeye başladı.
-
مکیان گفتند ما را علم نیست ** ما ندانستیم که آنجا کودکیست
- Mekkeliler biz bilmiyoruz... Hatta orada bir çocuk olduğunu bile görmedik dediler.
-
ریخت چندان اشک و کرد او بس فغان ** که ازو گریان شدند آن دیگران
- Halime öyle bir feryat edip ağlamaya başladı ki onun ağlamasını görüp başkaları da ağladılar!
-
سینه کوبان آن چنان بگریست خوش ** که اختران گریان شدند از گریهاش 935
- Göğsünü döverek öyle yanık yanık ağlıyordu ki ağlamasına bakıp yıldızlar bile ağlamaya koyuldular!
-
حکایت آن پیر عرب کی دلالت کرد حلیمه را به استعانت به بتان
- Halime’yi, yardım istemek üzere putlara götüren ihtiyar Arap
-
پیرمردی پیشش آمد با عصا ** کای حلیمه چه فتاد آخر ترا
- Bu sırada ihtiyar bir adam, elindeki sopasını kaka kaka çıkageldi. Dedi ki: “A Halime, başına ne geldi senin?
-
که چنین آتش ز دل افروختی ** این جگرها را ز ماتم سوختی
- Neden böyle ağlıyor, yasla ciğerler dağlıyorsun?”
-
گفت احمد را رضیعم معتمد ** پس بیاوردم که بسپارم به جد
- Halime “Ben Ahmed’in inanılır, güvenilir sütninesiyim... Onu atasına teslim etmek üzere getirdim.
-
چون رسیدم در حطیم آوازها ** میرسید و میشنیدم از هوا
- Fakat Hatîme gelince kulağıma havadan sesler gelmeye başladı.
-
من چو آن الحان شنیدم از هوا ** طفل را بنهادم آنجا زان صدا 940
- Gökten gelen o sesleri duyunca çocuğu oraya bıraktım...
-
تا ببینم این ندا آواز کیست ** که ندایی بس لطیف و بس شهیست
- Bu sözleri kim söylüyor, göreyim dedim... Çünkü pek lâtif, pek güzel bir sesti o.
-
نه از کسی دیدم بگرد خود نشان ** نه ندا می منقطع شد یک زمان
- Ne etrafımda kimseyi gördüm, ne de bir an o ses kesildi.
-
چونک واگشتم ز حیرتهای دل ** طفل را آنجا ندیدم وای دل
- Şaşırıp kaldım, şaşkınlıkla şuraya buraya giderken bir de baktım ki çocuk, koyduğum yerde yok... Eyvahlar olsun, yazık oldu bana!”