-
کین چنین بانگ بلند از چپ و راست ** میرسد یا رب رساننده کجاست
- Yarabbi, böyle yüce bir ses sağdan, soldan gelmede... Fakat söyleyen kim? diyordu.
-
چون ندید او خیره و نومید شد ** جسم لرزان همچو شاخ بید شد
- Kimseyi göremeyince şaşırdı, ümidi kesildi, söyleyeni bulamayacağını anladı... Söğüt dalı gibi her tarafı tir tir titriyordu.
-
باز آمد سوی آن طفل رشید ** مصطفی را بر مکان خود ندید 930
- Tekrar o aklı başında olan çocuğu bıraktığı yere döndü... Bir de ne baksın, Mustafa, koyduğu yerde yok!
-
حیرت اندر حیرت آمد بر دلش ** گشت بس تاریک از غم منزلش
- Büsbütün şaşırdı... Konağı dertlerle karardı âdeta!
-
سوی منزلها دوید و بانگ داشت ** که کی بر دردانهام غارت گماشت
- Şu yana, bu yana koşup bağırmaya, bir tanecik incimi kim aldı benim diye feryat etmeye başladı.
-
مکیان گفتند ما را علم نیست ** ما ندانستیم که آنجا کودکیست
- Mekkeliler biz bilmiyoruz... Hatta orada bir çocuk olduğunu bile görmedik dediler.
-
ریخت چندان اشک و کرد او بس فغان ** که ازو گریان شدند آن دیگران
- Halime öyle bir feryat edip ağlamaya başladı ki onun ağlamasını görüp başkaları da ağladılar!
-
سینه کوبان آن چنان بگریست خوش ** که اختران گریان شدند از گریهاش 935
- Göğsünü döverek öyle yanık yanık ağlıyordu ki ağlamasına bakıp yıldızlar bile ağlamaya koyuldular!
-
حکایت آن پیر عرب کی دلالت کرد حلیمه را به استعانت به بتان
- Halime’yi, yardım istemek üzere putlara götüren ihtiyar Arap
-
پیرمردی پیشش آمد با عصا ** کای حلیمه چه فتاد آخر ترا
- Bu sırada ihtiyar bir adam, elindeki sopasını kaka kaka çıkageldi. Dedi ki: “A Halime, başına ne geldi senin?
-
که چنین آتش ز دل افروختی ** این جگرها را ز ماتم سوختی
- Neden böyle ağlıyor, yasla ciğerler dağlıyorsun?”
-
گفت احمد را رضیعم معتمد ** پس بیاوردم که بسپارم به جد
- Halime “Ben Ahmed’in inanılır, güvenilir sütninesiyim... Onu atasına teslim etmek üzere getirdim.
-
چون رسیدم در حطیم آوازها ** میرسید و میشنیدم از هوا
- Fakat Hatîme gelince kulağıma havadan sesler gelmeye başladı.
-
من چو آن الحان شنیدم از هوا ** طفل را بنهادم آنجا زان صدا 940
- Gökten gelen o sesleri duyunca çocuğu oraya bıraktım...
-
تا ببینم این ندا آواز کیست ** که ندایی بس لطیف و بس شهیست
- Bu sözleri kim söylüyor, göreyim dedim... Çünkü pek lâtif, pek güzel bir sesti o.
-
نه از کسی دیدم بگرد خود نشان ** نه ندا می منقطع شد یک زمان
- Ne etrafımda kimseyi gördüm, ne de bir an o ses kesildi.
-
چونک واگشتم ز حیرتهای دل ** طفل را آنجا ندیدم وای دل
- Şaşırıp kaldım, şaşkınlıkla şuraya buraya giderken bir de baktım ki çocuk, koyduğum yerde yok... Eyvahlar olsun, yazık oldu bana!”
-
گفتش ای فرزند تو انده مدار ** که نمایم مر ترا یک شهریار
- İhtiyar, “Meraklanma, kederlenme... Ben sana bir padişah göstereyim.
-
که بگوید گر بخواهد حال طفل ** او بداند منزل و ترحال طفل 945
- O sana çocuğun ne olduğunu, nereye gittiğini, nerede bulunduğunu söyler” dedi.
-
پس حلیمه گفت ای جانم فدا ** مر ترا ای شیخ خوب خوشندا
- Halime, canım feda olsun sana ey güzel yüzlü, tatlı sözlü ihtiyar!
-
هین مرا بنمای آن شاه نظر ** کش بود از حال طفل من خبر
- Hadi, hemen bana o yüce bakışlı padişahı göster de çocuğun halinden haber alayım, dedi.
-
برد او را پیش عزی کین صنم ** هست در اخبار غیبی مغتنم
- İhtiyar, Halime’yi Uzza’nın yanına götürdü... Dedi ki: “Bu put, kayıpları haber vermede tecrübe edilmiştir.
-
ما هزاران گم شده زو یافتیم ** چون به خدمت سوی او بشتافتیم
- Biz, ona tapı kılarak vardık mı binlerce kaybımızı bulmuştur.”
-
پیر کرد او را سجود و گفت زود ** ای خداوند عرب ای بحر جود 950
- İhtiyar, puta secde edip derhal “Ey Arabın velinimeti, ey cömertlik denizi!
-
گفت ای عزی تو بس اکرامها ** کردهای تا رستهایم از دامها
- Ey uzza! Sen bize nice lütuflarda bulundun da biz tuzaklardan kurtulduk.
-
بر عرب حقست از اکرام تو ** فرض گشته تا عرب شد رام تو
- Lütufların yüzünden Arap’ta hakkın var... Arab’ın sana ram olması farz olmuştur.