دم به دم از نیستی تو منتظر ** که بیابی فهم و ذوق آرام و بر
Sen de an be an yokluktan anlayış, zevk, huzur ve ihsan bulmayı beklemektesin.
نیست دستوری گشاد این راز را ** ورنه بغدادی کنم ابخاز را
Bu sırrı açığa vurmaya izin yok. Yoksa (değersiz bir şehir olan) Ebhaz’ı bir Bağdat haline getirirdim.
پس خزانهی صنع حق باشد عدم ** که بر آرد زو عطاها دم به دم
Şu halde yokluk Tanrı sanatının hazinesidir. Ondan anbean ihsanlar gelip durmaktadır.
مبدع آمد حق و مبدع آن بود ** که برآرد فرع بیاصل و سند 1025
Tanrı eşsiz, örneksiz şeyler yaratıp durmaktadır. Eşsiz örneksiz şeyler yaratan da o zattır ki bir aslı, bir dayanağı olmadığı halde fer-i yaratır, izhar eder.
مثال عالم هست نیستنما و عالم نیست هستنما
Yok gibi görünen ve hakikatta var olan alemle yok olduğu halde var görünen alem
نیست را بنمود هست و محتشم ** هست را بنمود بر شکل عدم
Tanrı yoku var ve debdebeli gösterdi, varı da yokluk şeklinde izhar etti.
بحر را پوشید و کف کرد آشکار ** باد را پوشید و بنمودت غبار
Denizi örttü de köpüğü meydana çıkardı, rüzgarı örttü de sana tozu gösterdi.
چون منارهی خاک پیچان در هوا ** خاک از خود چون برآید بر علا
Toprak, bir minare gibi havada döne,döne yücelir. Toprak, kendiliğinden nasıl olur da yücelere çıkar?
خاک را بینی به بالا ای علیل ** باد را نی جز به تعریف دلیل
A illetli, toprağı yücelerde görüyorsun, fakat rüzgarı görmüyorsun, onu delil ile anlıyorsun.
کف همیبینی روانه هر طرف ** کف بیدریا ندارد منصرف 1030
Köpüğü her tarafa gider görmektesin. Fakat denizsiz köpük var olamaz ki.
کف به حس بینی و دریا از دلیل ** فکر پنهان آشکارا قال و قیل
Köpüğü duygunla görür, denizi de delil ile anlarsın. Düşünce gizlidir de dedikodu meydanda.
نفی را اثبات میپنداشتیم ** دیدهی معدومبینی داشتیم
Bizse yok demeyi var olduğunu ispat sanmışız. Yoku gören bir gözümüz varmış meğer.
دیدهای که اندر نعاسی شد پدید ** کی تواند جز خیال و نیست دید
Uykulu göz, hayalden ve yoktan başka ne görebilir ki?
لاجرم سرگشته گشتیم از ضلال ** چون حقیقت شد نهان پیدا خیال
Hasılı, azgınlıkla başımız dönmüş, şaşırıp kalmışız. Hakikat gizli olduğundan hayal meydana çıkmış.
این عدم را چون نشاند اندر نظر ** چون نهان کرد آن حقیقت از بصر 1035
Bu yoku nasıl da gözümüzün önüne dikti? O hakikat, gözden nasıl oldu da gizlendi?
آفرین ای اوستاد سحرباف ** که نمودی معرضان را درد صاف
Aferin ey büyüler yapan üstat! Senden çekinenlere tortulu suyu saf gösterdin!
ساحران مهتاب پیمایند زود ** پیش بازرگان و زر گیرند سود
Büyücüler pazardakilerin gözleri önünde ay ışığını ölçüp biçerler de para alırlar, kar ederler.
سیم بربایند زین گون پیچ پیچ ** سیم از کف رفته و کرباس هیچ
Bu ölçüp biçmeyle para kazanırlar. Halbuki alıcının elinden para da çıkar, kumaşı da kaybeder.
این جهان جادوست ما آن تاجریم ** که ازو مهتاب پیموده خریم
Bu alemde büyücüdür. Biz, onda ticaret ediyoruz, ondan ölçülüp biçilen ay ışığını alıyoruz.
گز کند کرباس پانصد گز شتاب ** ساحرانه او ز نور ماهتاب 1040
O, büyücü gibi acele,acele beş yüz arşın ay ışığı ölçer.
چون ستد او سیم عمرت ای رهی ** سیم شد کرباس نی کیسه تهی
Fakat ey tutsak, ömrünün parasını aldın mıydı paradan da olursun, eline kumaş da geçmez, kesen de bomboş kalır.
قل اعوذت خواند باید کای احد ** هین ز نفاثات افغان وز عقد
Sana “kul eüzü” yü okumak, ey tek Tanrı, lütfet, beni bu üfürüklerden koru, feryat bu düğümlerden!
میدمند اندر گره آن ساحرات ** الغیاث المستغاث از برد و مات
O büyücü karılar düğümlere üfürürler. Onların şerrinden sana sığınırım ey imdada yetişen Tanrı, medet demek gerekir.
لیک بر خوان از زبان فعل نیز ** که زبان قول سستست ای عزیز
Fakat azizim, bunu işinin, gücünün diliyle de okumalısın. Söz dili gevşektir.
در زمانه مر ترا سه همرهاند ** آن یکی وافی و این دو غدرمند 1045
Zamanede sana üç yoldaş vardır. Biri vefakardır ikisi gaddar.
آن یکی یاران و دیگر رخت و مال ** وآن سوم وافیست و آن حسن الفعال
Biri dostlarındır, öbürü malın mülkün. Üçüncüsüyse iyi işlerdir ve bu vefalıdır.