-
میزد او دو دست را بر رو و سر ** کله را میکوفت بر دیوار و در
- İki elini yüzüne, başına vuruyor, kafasını duvara kapıya çarpıyordu.
-
آنچنان که خون ز بینی و سرش ** شد روان و رحم کرد آن مهترش 125
- Bir halde ki burnundan, başından kanlar revan olmaya başladı. O ulu Peygamber, ona acıdı.
-
نعرهها زد خلق جمع آمد برو ** گبر گویان ایهاالناس احذروا
- Naralar atıyordu. Halk başına toplanınca, Ey halk sakının diyordu.
-
میزد او بر سر کای بیعقل سر ** میزد او بر سینه کای بینور بر
- Ey akılsız kafa diye başına vuruyor, ey nursuz göğüs diye göğsünü dövüyordu.
-
سجده میکرد او کای کل زمین ** شرمسارست از تو این جزو مهین
- Ey yeryüzünün küllü, senden şu aşağılık cüz-ü, utanmaktadır diye secde ediyor;
-
تو که کلی خاضع امر ویی ** من که جزوم ظالم و زشت و غوی
- Sen küllü olduğun halde O’nun emrine baş eğiyorsun da ben cüzü olduğum halde zulmediyor kötülükte bulunuyor, azıyorum;
-
تو که کلی خوار و لرزانی ز حق ** من که جزوم در خلاف و در سبق 130
- Sen kül iken Allah’ya karşı hor hakir oluyor, O’ndan titriyorsun da ben cüzü iken O’na aykırı hareket ediyorum diyor:
-
هر زمان میکرد رو بر آسمان ** که ندارم روی ای قبلهی جهان
- Her an yüzünü göğe kaldırıp Ey cihanın kıblesi, yüzüm yok diye feryat ediyordu.
-
چون ز حد بیرون بلرزید و طپید ** مصطفیاش در کنار خود کشید
- Hadden artık titreyip çarpınınca Mustafa, onu kucakladı.
-
ساکنش کرد و بسی بنواختش ** دیدهاش بگشاد و داد اشناختش
- Yatıştırdı pek iltifat etti, gözlerini açtı, ona kendini tanıttı.
-
تا نگرید ابر کی خندد چمن ** تا نگرید طفل کی جوشد لبن
- Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Çocuk ağlamadıkça süt nasıl coşar?
-
طفل یک روزه همیداند طریق ** که بگریم تا رسد دایهی شفیق 135
- Bir günlük çocuk bile yolu bilir. Ağlayayım da esirgeyen dadı gelip yetişsin der.
-
تو نمیدانی که دایهی دایگان ** کم دهد بیگریه شیر او رایگان
- Sen bilmiyorsun; dadılar dadısı da sen ağlamadıkça bedavaca sütü az verir.
-
گفت فلیبکوا کثیرا گوش دار ** تا بریزد شیر فضل کردگار
- Kulak ver, “Çok ağlayın” dedi. Ağlayın da yaratıcı Allah’nın ihsan sütü aksın.
-
گریهی ابرست و سوز آفتاب ** استن دنیا همین دو رشته تاب
- Dünyanın direği bulutun ağlamasıdır, güneşin yakması. Sen bu iki ipe iyi sarıl.
-
گر نبودی سوز مهر و اشک ابر ** کی شدی جسم و عرض زفت و سطبر
- Güneşin hararetiyle bulutun gözyaşı olmasaydı beden ve araz, nasıl olur da semirir, gelişirdi?
-
کی بدی معمور این هر چار فصل ** گر نبودی این تف و این گریه اصل 140
- Bu hararetle bu ağlayış, temel olmasaydı şu dört mevsim nasıl mamur olurdu?
-
سوز مهر و گریهی ابر جهان ** چون همی دارد جهان را خوشدهان
- Güneşin hararetiyle alem bulutunun ağlaması, nasıl cihanın ağzının tadını getiriyor, nasıl alemi hoş bir hale sokuyorsa,
-
آفتاب عقل را در سوز دار ** چشم را چون ابر اشکافروز دار
- Sen de akıl güneşini yak, gözünü göz yaşları saçan bir bulut haline getir.
-
چشم گریان بایدت چون طفل خرد ** کم خور آن نان را که نان آب تو برد
- Küçük çocuk gibi sana da ağlayan bir göz gerek. O ekmeği az ye ekmek senin şerefini giderdi.
-
تن چو با برگست روز و شب از آن ** شاخ جان در برگریزست و خزان
- Ten, gece gündüz onunla gelişir, yapraklanırsa can dalı, yapraklarını döker, güz mevsimine düşer.
-
برگ تن بیبرگی جانست زود ** این بباید کاستن آن را فزود 145
- Beden azığı, derhal canın azıksız kalmasıyla neticelenir. Bunu azaltmak onu çoğaltmak gerek.
-
اقرضوا الله قرض ده زین برگ تن ** تا بروید در عوض در دل چمن
- “Allah’ya borç verin.” Sen de bu ten ağzından borç ver de karşılığında gönlünde yeşillikler bitsin.
-
قرض ده کم کن ازین لقمهی تنت ** تا نماید وجه لا عین رات
- Borç ver de bu ten lokmasını azalt, bu suretle de “Gözlerin görmediği” yüz görünsün.
-
تن ز سرگین خویش چون خالی کند ** پر ز مشک و در اجلالی کند
- Ten kendisini pislikten arıtırsa ululuk misk ve incileriyle dolar.