-
تا نگرید ابر کی خندد چمن ** تا نگرید طفل کی جوشد لبن
- Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Çocuk ağlamadıkça süt nasıl coşar?
-
طفل یک روزه همیداند طریق ** که بگریم تا رسد دایهی شفیق 135
- Bir günlük çocuk bile yolu bilir. Ağlayayım da esirgeyen dadı gelip yetişsin der.
-
تو نمیدانی که دایهی دایگان ** کم دهد بیگریه شیر او رایگان
- Sen bilmiyorsun; dadılar dadısı da sen ağlamadıkça bedavaca sütü az verir.
-
گفت فلیبکوا کثیرا گوش دار ** تا بریزد شیر فضل کردگار
- Kulak ver, “Çok ağlayın” dedi. Ağlayın da yaratıcı Allah’nın ihsan sütü aksın.
-
گریهی ابرست و سوز آفتاب ** استن دنیا همین دو رشته تاب
- Dünyanın direği bulutun ağlamasıdır, güneşin yakması. Sen bu iki ipe iyi sarıl.
-
گر نبودی سوز مهر و اشک ابر ** کی شدی جسم و عرض زفت و سطبر
- Güneşin hararetiyle bulutun gözyaşı olmasaydı beden ve araz, nasıl olur da semirir, gelişirdi?
-
کی بدی معمور این هر چار فصل ** گر نبودی این تف و این گریه اصل 140
- Bu hararetle bu ağlayış, temel olmasaydı şu dört mevsim nasıl mamur olurdu?
-
سوز مهر و گریهی ابر جهان ** چون همی دارد جهان را خوشدهان
- Güneşin hararetiyle alem bulutunun ağlaması, nasıl cihanın ağzının tadını getiriyor, nasıl alemi hoş bir hale sokuyorsa,
-
آفتاب عقل را در سوز دار ** چشم را چون ابر اشکافروز دار
- Sen de akıl güneşini yak, gözünü göz yaşları saçan bir bulut haline getir.
-
چشم گریان بایدت چون طفل خرد ** کم خور آن نان را که نان آب تو برد
- Küçük çocuk gibi sana da ağlayan bir göz gerek. O ekmeği az ye ekmek senin şerefini giderdi.
-
تن چو با برگست روز و شب از آن ** شاخ جان در برگریزست و خزان
- Ten, gece gündüz onunla gelişir, yapraklanırsa can dalı, yapraklarını döker, güz mevsimine düşer.
-
برگ تن بیبرگی جانست زود ** این بباید کاستن آن را فزود 145
- Beden azığı, derhal canın azıksız kalmasıyla neticelenir. Bunu azaltmak onu çoğaltmak gerek.
-
اقرضوا الله قرض ده زین برگ تن ** تا بروید در عوض در دل چمن
- “Allah’ya borç verin.” Sen de bu ten ağzından borç ver de karşılığında gönlünde yeşillikler bitsin.
-
قرض ده کم کن ازین لقمهی تنت ** تا نماید وجه لا عین رات
- Borç ver de bu ten lokmasını azalt, bu suretle de “Gözlerin görmediği” yüz görünsün.
-
تن ز سرگین خویش چون خالی کند ** پر ز مشک و در اجلالی کند
- Ten kendisini pislikten arıtırsa ululuk misk ve incileriyle dolar.
-
زین پلیدی بدهد و پاکی برد ** از یطهرکم تن او بر خورد
- Böyle adam şu pislikten kurtulur, temizliğe ulaşır, bedeni, “Allah sizi, kirlerden temizlemeyi diler” sırrına ulaşır.
-
دیو میترساندت که هین و هین ** زین پشیمان گردی و گردی حزین 150
- Fakat Şeytan, “Sakın sakın bundan pişman olur hüzne düşersin.
-
گر گدازی زین هوسها تو بدن ** بس پشیمان و غمین خواهی شدن
- Bedeninden bu hevesleri giderir, bunları eritirsen çok pişman olur derde düşersin.
-
این بخور گرمست و داروی مزاج ** وآن بیاشام از پی نفع و علاج
- Şunu ye hararet verir, mizaca devadır; şunu da faydalanmak için iç, ilaçtır.
-
هم بدین نیت که این تن مرکبست ** آنچ خو کردست آنش اصوبست
- Hem de şu niyete düş. Bu beden binektir, neye alıştıysa vermek, daha doğru bir iştir.
-
هین مگردان خو که پیش آید خلل ** در دماغ و دل بزاید صد علل
- Sakın açlığa alışma; sıhhatin bozulur, beyninde, kalbinde yüzlerce illet meydana gelir” der.
-
این چنین تهدیدها آن دیو دون ** آرد و بر خلق خواند صد فسون 155
- O alçak Şeytan, bu çeşit tehditlerle gelir, halka yüzlerce afsun okur.
-
خویش جالینوس سازد در دوا ** تا فریبد نفس بیمار ترا
- Kendisini tedavi eden Calinos gösterir. Bunu da senin hasta gönlünü aldatmak için yapar.
-
کین ترا سودست از درد و غمی ** گفت آدم را همین در گندمی
- “Bu sana dertten, gamdan kurtulmak için bir ilaçtır” der. Adem’e de buğday için böyle demişti ya!
-
پیش آرد هیهی و هیهات را ** وز لویشه پیچد او لبهات را
- Heyheylerle, heyhatlarla gelir, dudaklarını, azgın atın, nallanırken kıstırdıkları iki, tahta parçası ile kıstırır.