-
نقض میثاق و شکست توبهها ** موجب لعنت شود در انتها
- Ahdi, tövbeyi bozmak, sonunda insanı lanete uğratır.
-
نقض توبه و عهد آن اصحاب سبت ** موجب مسخ آمد و اهلاک و مقت
- Cumartesi günlerinde iş işlememeye memur olan Yahudiler, tövbelerini bozdular da çarpılıp helak oldular.
-
پس خدا آن قوم را بوزینه کرد ** چونک عهد حق شکستند از نبرد
- Tanrı, o kavmi maymun şekline soktu. Çünkü inada girişip Tanrı ahdini bozdular.
-
اندرین امت نبد مسخ بدن ** لیک مسخ دل بود ای بوالفطن
- Bu ümmette beden çarpılması yoktur. Fakat ey akıllı fikirli adam, gönül, çarpılması vardır.
-
چون دل بوزینه گردد آن دلش ** از دل بوزینه شد خوار آن گلش 2595
- Bir adamın gönlü maymun gönlüne döndü mü bedeni de maymunun gönlünden daha aşağı olur.
-
گر هنر بودی دلش را ز اختبار ** خوار کی بودی ز صورت آن حمار
- O eşeğin gönlü de hakikatten haberdar olsaydı, bir hünere nail olmuş bulunsaydı sureti yüzünden hor olur muydu hiç?
-
آن سگ اصحاب خوش بد سیرتش ** هیچ بودش منقصت زان صورتش
- Ashabı kehf'in köpeğinin huyu iyiydi, fakat sureti, köpek suretindeydi. Fakat bu sureti, ona bir noksan verdi mi?
-
مسخ ظاهر بود اهل سبت را ** تا ببیند خلق ظاهر کبت را
- Yahudiler, halk zahirî azabı görsün diye zahiren çarpıldılar.
-
از ره سر صد هزاران دگر ** گشته از توبه شکستن خوک و خر
- Fakat iç âleminden bunlardan başka yüz binlercesi, tövbesini bozma yüzünden domuz ve eşek oldu.
-
دوم بار آمدن روبه بر این خر گریخته تا باز بفریبدش
- Tilkinin, ikinci defa kandırmak üzere o kaçan eşeğin yanına gelmesi
-
پس بیامد زود روبه سوی خر ** گفت خر از چون تو یاری الحذر 2600
- Tilki, çabucak eşeğin yanına geldi. Eşek, senin gibi dosttan çekinmek gerek.
-
ناجوامردا چه کردم من ترا ** که به پیش اژدها بردی مرا
- A adam olmayan dedi, ben sana ne yaptım da beni ejderhanın yanına götürdün?
-
موجب کین تو با جانم چه بود ** غیر خبث جوهر تو ای عنود
- Bana kinlenmene sebep neydi? Yaradılışlıdaki kötülükten başka ne sebep vardı buna a inatçı?
-
همچو کزدم کو گزد پای فتی ** نارسیده از وی او را زحمتی
- Ona hiçbir eziyet vermediği, dokunmadığı halde gencin ayağını sokan akrep gibi hani.
-
یا چو دیوی کو عدوی جان ماست ** نارسیده زحمتش از ما و کاست
- Yahut da bizden kendisine bir kötülük gelmediği halde can düşmanımız olan Şeytan gibi.
-
بلک طبعا خصم جان آدمیست ** از هلاک آدمی در خرمیست 2605
- Şeytan, tabiatı bakımından insana düşmandır. İnsanın helak oluşuna sevinir.
-
از پی هر آدمی او نسکلد ** خو و طبع زشت خود او کی هلد
- O, her an adamın peşine düşer, bir türlü bırakmaz. Huyunu, çirkin tabiatını bırakır mı hiç.
-
زانک خبث ذات او بیموجبی ** هست سوی ظلم و عدوان جاذبی
- Çünkü onun içindeki kötülük, sebep yokken onu zulme, düşmanlığa çeker.
-
هر زمان خواند ترا تا خرگهی ** که در اندازد ترا اندر چهی
- Her an, seni bir kuyuya atmak için bir otağa çağırır.
-
که فلان جا حوض آبست و عیون ** تا در اندازد به حوضت سرنگون
- Baş aşağı havuza yuvarlamak için filân yerde bir havuz var, dereler akıyor der durur.
-
آدمی را با همه وحی و نظر ** اندر افکند آن لعین در شور و شر 2610
- Vahye nail olan, gözü açık bulunan Âdem'i bile o melun, kötülüğe, şerre düşürdü.
-
بیگناهی بیگزند سابقی ** که رسد او را ز آدم ناحقی
- Âdem'in geçmişte bir suçu yoktu, ona bir zarar vermemişti, bir haksızlıkta bulunmamıştı.
-
گفت روبه آن طلسم سحر بود ** که ترا در چشم آن شیری نمود
- Tilki dedi ki: O bir büyü, bir tılsımdı, senin gözüne aslan göründü.
-
ورنه من از تو به تن مسکینترم ** که شب و روز اندر آنجا میچرم
- Yoksa ben, beden bakımından senden zayıfım, öyle olduğu halde gece gündüz orada otlamaktayım..
-
گرنه زان گونه طلسمی ساختی ** هر شکمخواری بدانجا تاختی
- O çeşit bir tılsım yapmasalar da her obur, doğru oraya koşardı.
-
یک جهان بینوا پر پیل و ارج ** بیطلسمی کی بماندی سبز مرج 2615
- Fillerle, ejderhalarla dolu aç bir dünya durup dururken hiç tılsım olmadıkça yazı, öyle yemyeşil durur mu?