-
بعد ازین کد و مذلت جان من ** بیست عباساند در انبان من
- Bundan böyle benden yalnız dilencilik ve alçak iste. Dağarcığımda yirmi tane Abbas var benim.
-
شیخ بر میگشت زنبیلی به دست ** شیء لله خواجه توفیقیت هست
- Şeyh, eline zembili almış, sokak sokak, kapı kapı dolaşıyor. Ağam Tanrı için bir şey ver, Hak bu hususta sana tevfik verdi mi ki? diyordu.
-
برتر از کرسی و عرش اسرار او ** شیء لله شیء لله کار او
- Sırları, arştan da yüceydi, kürsüden de. Öyle olduğu halde işi gücü "Tanrı için, Tanrı için" demekti.
-
انبیا هر یک همین فن میزنند ** خلق مفلس کدیه ایشان میکنند 2700
- Peygamberlerin hepsi, bu çeşit hareket ederler. Halk müflistir, öyle olduğu halde onlar, halktan bir şey isterler.
-
اقرضوا الله اقرضوا الله میزنند ** بازگون بر انصروا الله میتنند
- "Tanrı'ya ödünç verin, Tanrı'ya ödünç verin" derler, işi tersine yürütürler de "Tanrı'ya yardım ederseniz Tanrı da size yardım eder" derler.
-
در به در این شیخ میآرد نیاز ** بر فلک صد در برای شیخ باز
- Bu şeyh de kapı kapı dolaşıp yalvarmadaydı. Halbuki şeyh için gökyüzünde yüzlerce kapı açıktı.
-
که آن گدایی که آن به جد میکرد او ** بهر یزدان بود نه از بهر گلو
- O dilenciliği boğazı için değil, Tanrı için yapıyordu. Bu işe iyice sarılmıştı.
-
ور بکردی نیز از بهر گلو ** آن گلو از نور حق دارد غلو
- Hattâ boğazı için bile dilense ne çıkar? O boğaz, Tanrı nuriyle dopdoluydu.
-
در حق او خورد نان و شهد و شیر ** به ز چله وز سه روزهی صد فقیر 2705
- Onun ekmek, bal ve süt yemesi, yüz yoksulun çilesinden, üç günde bir iftar ederek oruç tutmasından daha hayırlıydı.
-
نور مینوشد مگو نان میخورد ** لاله میکارد به صورت میچرد
- O, nur yer, ekmek yiyor deme. Görünüşte otlar, fakat hakikatte lâle eker.
-
چون شراری کو خورد روغن ز شمع ** نور افزاید ز خوردش بهر جمع
- Kandilin yağını yiyen alev gibi o da etrafındakileri aydınlatır, onların nurunu artırır.
-
نانخوری را گفت حق لاتسرفوا ** نور خوردن را نگفتست اکتفوا
- Tanrı, ekmek yiyene "israf etmeyin" dedi, nur yiyene "Artık kâfi" demedi.
-
آن گلوی ابتلا بد وین گلو ** فارغ از اسراف و آمن از غلو
- O boğaz, iptilâ boğazıdır, buysa israftan da. emin, ileri gidişten de.
-
امر و فرمان بود نه حرص و طمع ** آن چنان جان حرص را نبود تبع 2710
- Şeyhin bu hale düşmesi hırsından, tamahından değildi, buyruğa uymasındandı. Öyle can hırsa, tamaha uymaz ki.
-
گر بگوید کیمیا مس را بده ** تو به من خود را طمع نبود فره
- Kimya, bakıra, gel kendini tamamiyle bana ver derse bu sözü tamahından söylemez.
-
گنجهای خاک تا هفتم طبق ** عرضه کرده بود پیش شیخ حق
- Tanrı, yedinci göğe kadar toprak hazinelerini Şeyhe göstermişti.
-
شیخ گفتا خالقا من عاشقم ** گر بجویم غیر تو من فاسقم
- Şeyh dedi ki: Ey beni yaratan! Ben âşıkım. Senden başka bir şey dilersem kötü kişi olayım.
-
هشت جنت گر در آرم در نظر ** ور کنم خدمت من از خوف سقر
- Sekiz cennet gözüme görünür, yahut sana cehennem korkusundan hizmet edersem,
-
مومنی باشم سلامتجوی من ** زانک این هر دو بود حظ بدن 2715
- Ancak kendi selâmetini arıyan bir inanmış kul olurum. Çünkü cennet de bedene aittir, cehennem de.
-
عاشقی کز عشق یزدان خورد قوت ** صد بدن پیشش نیرزد ترهتوت
- Bir âşık, Tanrı aşkıyle gıdalanırsa yüzlerce beden, onca bir gazel yaprağına değmez.
-
وین بدن که دارد آن شیخ فطن ** چیز دگر گشت کم خوانش بدن
- O ulu Şeyhin bedeni de başka bir şey oldu, artık ona pek beden deme.
-
عاشق عشق خدا وانگاه مزد ** جبرئیل متمن وانگاه دزد
- Hem Tanrı âşıkı olmak, hem de ücret istemek olur mu? Emniyet sahibi Cebrail, hiç hırsızlık eder mi?
-
عاشق آن لیلی کور و کبود ** ملک عالم پیش او یک تره بود
- O yaslı leylânın âşıkına bile bu âlem saltanatı bir zerre göründü.
-
پیش او یکسان شده بد خاک و زر ** زر چه باشد که نبد جان را خطر 2720
- Önce toprakla altın birdi. Altın da nedir? Canını bile tehlikeden esirgemiyordu.
-
شیر و گرگ و دد ازو واقف شده ** همچو خویشان گرد او گرد آمده
- Aslan, kurt ve başka yırtıcı canavarlar bile bunu duydular, anladılar da onunla akraba gibi çevresine toplandılar.