English    Türkçe    فارسی   

5
3148-3172

  • پیش شاهی که سمیعست و بصیر  ** گفت غمازان نباشد جای‌گیر 
  • Fakat her şeyi duyan, her şeyi gören bir padişah, koyucuların sözlerine aldırmaz bile.
  • جمله غمازان ازو آیس شوند  ** سوی ما آیند و افزایند پند 
  • Bütün kovucular, ondan ümitlerini keser, meyus olurlar. Fakat bize geldiler, kovuculuk ettiler mi onlara bağlılığımız artar.
  • بس جفا گویند شه را پیش ما  ** که برو جف القلم کم کن وفا  3150
  • Padişaha, bizim önümüzde nice kovuculukta bulunurlar, cefakârlıklarımızı söylerler. Yürü, artık kalem kurudu, az vefakâr ol derler.
  • معنی جف القلم کی آن بود  ** که جفاها با وفا یکسان بود 
  • "Kalem yazdı, mürekkebi kurudu'' sözünün mânası, cefa ile vefa birdir demek değildir.
  • بل جفا را هم جفا جف القلم  ** وآن وفا را هم وفا جف القلم 
  • Cefaya karşılık cefa.. Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. O vefaya karşılık da vefa.. Kalem yazdı,mürekkebi bile kurudu demektir.
  • عفو باشد لیک کو فر امید  ** که بود بنده ز تقوی روسپید 
  • Af vardır, fakat ümit parlaklığı nerde ki kul, Tanrı'dan çekinmeyle yüzü ak olsun?
  • دزد را گر عفو باشد جان برد  ** کی وزیر و خازن مخزن شود 
  • Hırsız af edilse bile canını kurtarır. Fakat nerde vezir ve hazine emini olacak?
  • ای امین الدین ربانی بیا  ** کز امانت رست هر تاج و لوا  3155
  • Ey din emini, ey Tanrı'ya mensup er, gel ki her tac, her bayrak, eminlikten meydana gelir!
  • پور سلطان گر برو خاین شود  ** آن سرش از تن بدان باین شود 
  • Padişağın oğlu bile olsa da hainlikte bulunsa padişah, bil ki onun başını bedeninden ayırıverir.
  • وز غلامی هندوی آرد وفا  ** دولت او را می‌زند طال بقا 
  • Fakat Hintli bir kara köle vefada bulunsa devlet ve ikbale erişir, ömrü artar.
  • چه غلام ار بر دری سگ باوفاست  ** در دل سالار او را صد رضاست 
  • Ne kölesi? Hattâ bir kapının köpeği bile vefada bulunsa sahibinin gönlünde ona karşı yüzlerce rıza vardır.
  • زین چو سگ را بوسه بر پوزش دهد  ** گر بود شیری چه پیروزش کند 
  • Bu yüzden köpeğin, ağzını bile öper. Artık var kıyas et, kapısındaki aslan, vefakârlık etse ona neler yapmaz?
  • جز مگر دزدی که خدمتها کند  ** صدق او بیخ جفا را بر کند  3160
  • Yalnız hırsız, kulluklar eder, doğruluğu, cefayı kökünden çekip sökerse..
  • چون فضیل ره‌زنی کو راست باخت  ** زانک ده مرده به سوی توبه تاخت 
  • Hani yol kesen Füzeyl gibi. O da oyununu iyi oynadı; bir adam gibi değil, on adam gibi tövbeye sarıldı.. Bu çeşit hırsız da yücelir, devlete erer.
  • وآنچنان که ساحران فرعون را  ** رو سیه کردند از صبر و وفا 
  • Nitekim büyücüler, sabır ve vefalariyle Firavun'un yüzünü kararttılar.
  • دست و پا دادند در جرم قود  ** آن به صد ساله عبادت کی شود 
  • Evvelce yaptıkları suça karşılık ellerini, ayaklarını feda ettiler. Bu iş, yüzlerce yıl ibadette bulunmaya benzer mi hiç?
  • تو که پنجه سال خدمت کرده‌ای  ** کی چنین صدقی به دست آورده‌ای 
  • Sen, elli yıl ibadette bulunur, kulluk edersin ama nerden böyle bir doğruluğu elde edeceksin?
  • حکایت آن درویش کی در هری غلامان آراسته‌ی عمید خراسان را دید و بر اسبان تازی و قباهای زربفت و کلاهای مغرق و غیر آن پرسید کی اینها کدام امیرانند و چه شاهانند گفت او را کی اینها امیران نیستند اینها غلامان عمید خراسانند روی به آسمان کرد کی ای خدا غلام پروردن از عمید بیاموز آنجا مستوفی را عمید گویند 
  • Bir yoksul, Herat'ta Horasan Amidi'nin süslenmiş, bezenmiş kullarını gördü. Arap atlarına binmişler, altın sırmalı elbiseler giyinmişler, altınlı külahlar giymişler, daha başka çeşit süslenmişler, bezenmişlerdi. Bunlar hangi beyler, nerenin padişahları diye sordu.Dediler ki: Bunlar bey değil, köle. Horasan Amidi'nin köleleri.Yoksul başını göğe kalırdı da ey Tanrı dedi, kula bakmayı Amid'den öğren. Orada maliye bakanına Amid derler.
  • آن یکی گستاخ رو اندر هری  ** چون بدیدی او غلام مهتری  3165
  • Herat şehrinde bir küstah yoksul, mevkii yüksek bir köleyi gördü.
  • جامه‌ی اطلس کمر زرین روان  ** روی کردی سوی قبله‌ی آسمان 
  • Sırtında atlas bir elbise, belinde altın bir kemer vardı. Köle giderken yoksul, yüzünü gökyüzüne kaldırdı da dedi ki:
  • کای خدا زین خواجه‌ی صاحب منن  ** چون نیاموزی تو بنده داشتن 
  • Tanrı, kula bakmayı neden bu ihsan sahibi efendiden öğrenmezsin?
  • بنده پروردن بیاموز ای خدا  ** زین رئیس و اختیار شاه ما 
  • Ey Tanrı, kula bakmayı bu uludan, padişahımızın, seçtiği bu yüce kişiden öğren bari.
  • بود محتاج و برهنه و بی‌نوا  ** در زمستان لرز لرزان از هوا 
  • Yoksul muhtaçtı, çıplaktı, hiçbir şeyi yoktu. Kışın soğuktan tirtir titriyordu.
  • انبساطی کرد آن از خود بری  ** جراتی بنمود او از لمتری  3170
  • O kendinden haberi olmıyan adam, bu yüzden böyle bir cürette bulundu.
  • اعتمادش بر هزاران موهبت  ** که ندیم حق شد اهل معرفت 
  • Tanrı'nın binlerce ihsanına, onun nedimi olduğuna, onu bilenler arasına katıldığına güveni vardı.
  • گر ندیم شاه گستاخی کند  ** تو مکن آنک نداری آن سند 
  • Padişahın nedimi bir küstahlıkta bulunursa bu-hareketi, kendine senet yapma.