-
بود او را بیم و اومید از خدا ** خوف فانی شد عیان گشت آن رجا 4070
- Evvelce Tanrı'dan korkar, umardı. Korku yok oldu, o yalvarış meydana çıktı.
-
چون شکست او گوهر خاص آن زمان ** زان امیران خاست صد بانگ و فغان
- Eyaz da o değerli mücevheri kırınca beylerden yüzlerce feryat ve figan koptu.
-
کین چه بیباکیست والله کافرست ** هر که این پر نور گوهر را شکست
- Bu ne korkusuzluk, Tanrı hakkı için bu nurlu mücevheri kıran kâfirdir dediler.
-
وآن جماعت جمله از جهل و عما ** در شکسته در امر شاه را
- O topluluğun hepsi de körlüklerinden Padişahın inci gibi olan buyruğunu kırmıştı.
-
قیمتی گوهر نتیجهی مهر و ود ** بر چنان خاطر چرا پوشیده شد
- Mücevherin değeriyle sevginin sonucu, gönüllerinden gizli kalmıştı.
-
تشنیع زدن امرا بر ایاز کی چرا شکستش و جواب دادن ایاز ایشان را
- Beylerin, neden bu mücevheri kırdın diye Eyaz'ı kınamaları, onun cevap vermesi
-
گفت ایاز ای مهتران نامور ** امر شه بهتر به قیمت یا گهر 4075
- Eyaz dedi ki: Ey ünlü ulular, Padişahın buyruğu mu daha ileri, mücevher mi?
-
امر سلطان به بود پیش شما ** یا که این نیکو گهر بهر خدا
- Sizce, Tanrı hakkı için söyleyin, Padişahın emri mi daha üstün, yoksa bu güzelim mücevher mi?
-
ای نظرتان بر گهر بر شاه نه ** قبلهتان غولست و جادهی راه نه
- Ey mücevhere bakan, Padişaha aldırış bile etmeyen beyler, önünüzde gül var, ana cadde değil!
-
من ز شه بر مینگردانم بصر ** من چو مشرک روی نارم با حجر
- Ben gözümü Padişahtan ayırmam. Müşrik gibi taşa yüz tutmam.
-
بیگهر جانی که رنگین سنگ را ** برگزیند پس نهد شاه مرا
- Boyalı taşı seçip Padişahın buyruğunu geri bırakan canda hiçbir gevher, hiçbir değer yoktur.
-
پشت سوی لعبت گلرنگ کن ** عقل در رنگآورنده دنگ کن 4080
- Gül renkli oyuncağı ardına at. Onlara renk vereni aklına getir ve şaş.
-
اندر آ در جو سبو بر سنگ زن ** آتش اندر بو و اندر رنگ زن
- Dereye gir, testiyi taşa çal. Kokuya, renge ateş ver.
-
گر نهای در راه دین از رهزنان ** رنگ و بو مپرست مانند زنان
- Din yolunda yol kesicilerden değilsen kadınlar gibi renge, kokuya tapma.
-
سر فرود انداختند آن مهتران ** عذرجویان گشه زان نسیان به جان
- Bu sözler üzerine o yüce erler, bu hatalarına özür olmak üzere başlarını önlerine eğdiler.
-
از دل هر یک دو صد آه آن زمان ** همچو دودی میشدی تا آسمان
- O anda her birinin gönlünden belki iki yüz kere ah çıktı bir duman gibi ta göğe kadar ulaştı.
-
کرد اشارت شه به جلاد کهن ** که ز صدرم این خسان را دور کن 4085
- Padişah, ihtiyar cellâda emir verdi: Bu çerçöpü, benim yüce tapımdan uzaklaştır!
-
این خسان چه لایق صدر مناند ** کز پی سنگ امر ما را بشکنند
- Bu aşağılık adamlar, bu yüce makama lâyık değiller. Bir taş için benim buyruğumu reddettiler.
-
امر ما پیش چنین اهل فساد ** بهر رنگین سنگ شد خوار و کساد
- Buyruğum, bu çeşit fesatçılarca bir boyalı taş için hor hakir oldu.
-
قصد شاه به کشتن امرا و شفاعت کردن ایاز پیش تخت سلطان کی ای شاه عالم العفو اولی
- Padişahın beylerin öldürülmesini emretmesi, Eyaz'ın "Af, daha doğrudur" diye şefaata bulunması
-
پس ایاز مهرافزا بر جهید ** پیش تخت آن الغ سلطان دوید
- Bunun üzerine merhametli Eyaz, sıçradı, o ulu Padişahın tahtına doğru koştu.
-
سجدهای کرد و گلوی خود گرفت ** کای قبادی کز تو چرخ آرد شگفت
- Secde edip boğazını tutarak, padişahım dedi, senin gibi yüce bir padişahın sultanlığına gökyüzü bile hayran olmuştur.
-
ای همایی که همایان فرخی ** از تو دارند و سخاوت هر سخی 4090
- Ey hüma kuşu, hümalar kutluluğu senden bulur, cömertler, cömertliğe senden ererler.
-
ای کریمی که کرمهای جهان ** محو گردد پیش ایثارت نهان
- Ey kerem sahibi, âlemdeki kerem ve ihsanlar, senin bağışlamana karşı mahvolur gider.
-
ای لطیفی که گل سرخت بدید ** از خجالت پیرهن را بر درید
- Ey lütuf sahibi, kırmızı gül seni görünce utancından gömleğini yırtar.
-
از غفوری تو غفران چشمسیر ** روبهان بر شیر از عفو تو چیر
- Yarlıgama, senin yarlıgamanla doymuş, tilkiler, senin affınla aslanlara üstün olmuştur.
-
جز که عفو تو کرا دارد سند ** هر که با امر تو بیباکی کند
- Senin buyruğuna karşı korkusuzca harekette bulunan, affından başka nereye dayansın?