-
کرد اشارت شه به جلاد کهن ** که ز صدرم این خسان را دور کن 4085
- Padişah, ihtiyar cellâda emir verdi: Bu çerçöpü, benim yüce tapımdan uzaklaştır!
-
این خسان چه لایق صدر مناند ** کز پی سنگ امر ما را بشکنند
- Bu aşağılık adamlar, bu yüce makama lâyık değiller. Bir taş için benim buyruğumu reddettiler.
-
امر ما پیش چنین اهل فساد ** بهر رنگین سنگ شد خوار و کساد
- Buyruğum, bu çeşit fesatçılarca bir boyalı taş için hor hakir oldu.
-
قصد شاه به کشتن امرا و شفاعت کردن ایاز پیش تخت سلطان کی ای شاه عالم العفو اولی
- Padişahın beylerin öldürülmesini emretmesi, Eyaz'ın "Af, daha doğrudur" diye şefaata bulunması
-
پس ایاز مهرافزا بر جهید ** پیش تخت آن الغ سلطان دوید
- Bunun üzerine merhametli Eyaz, sıçradı, o ulu Padişahın tahtına doğru koştu.
-
سجدهای کرد و گلوی خود گرفت ** کای قبادی کز تو چرخ آرد شگفت
- Secde edip boğazını tutarak, padişahım dedi, senin gibi yüce bir padişahın sultanlığına gökyüzü bile hayran olmuştur.
-
ای همایی که همایان فرخی ** از تو دارند و سخاوت هر سخی 4090
- Ey hüma kuşu, hümalar kutluluğu senden bulur, cömertler, cömertliğe senden ererler.
-
ای کریمی که کرمهای جهان ** محو گردد پیش ایثارت نهان
- Ey kerem sahibi, âlemdeki kerem ve ihsanlar, senin bağışlamana karşı mahvolur gider.
-
ای لطیفی که گل سرخت بدید ** از خجالت پیرهن را بر درید
- Ey lütuf sahibi, kırmızı gül seni görünce utancından gömleğini yırtar.
-
از غفوری تو غفران چشمسیر ** روبهان بر شیر از عفو تو چیر
- Yarlıgama, senin yarlıgamanla doymuş, tilkiler, senin affınla aslanlara üstün olmuştur.
-
جز که عفو تو کرا دارد سند ** هر که با امر تو بیباکی کند
- Senin buyruğuna karşı korkusuzca harekette bulunan, affından başka nereye dayansın?
-
غفلت و گستاخی این مجرمان ** از وفور عفو تست ای عفولان 4095
- Bu suçluların gafletleri, küstahlıkları, ey af madeni padişah, senin affının çokluğundan meydana geldi.
-
دایما غفلت ز گستاخی دمد ** که برد تعظیم از دیده رمد
- Gaflet, daima küstahlıktan meydana gelir. Ululama gözden kuru ağrıyı giderir.
-
غفلت و نسیان بد آموخته ** ز آتش تعظیم گردد سوخته
- Gaflet ve kötü bir alışma olan unutkanlık, ululama ateşiyle yanıp gider.
-
هیبتش بیداری و فطنت دهد ** سهو نسیان از دلش بیرون جهد
- Onun heybeti adama uyanıklık ve anlayış verir, adamın içindeki unutkanlık ve yanılma çıkar, kalmaz.
-
وقت غارت خواب ناید خلق را ** تا بنرباید کسی زو دلق را
- Yağma zamanı, halkın uykusu gelmez. Kimse, hırkamı çalmasınlar diye uyumaz.
-
خواب چون در میرمد از بیم دلق ** خواب نسیان کی بود با بیم حلق 4100
- Hırka korkusiyle bile uyku kaçarsa artık can ve ' boğaz korkusu ile kim uyur ki?
-
لاتاخذ ان نسینا شد گواه ** که بود نسیان بوجهی هم گناه
- Buna tanık, "Rabbimiz, unutup işlediğimiz suçlarla bizi suçlu sayma" âyetidir. Çünkü unutma da bir bakımdan suçtur.
-
زانک استکمال تعظیم او نکرد ** ورنه نسیان در نیاوردی نبرد
- Unutan, onu lâyık olduğu veçhile ululamıştır. Yoksa hiç savaşta adamı uyku tutar mı?
-
گرچه نسیان لابد و ناچار بود ** در سبب ورزیدن او مختار بود
- Unutma, çaresiz gelip çatar ama buna tutulmamak için de sebeplere yapışmak lâzım.
-
که تهاون کرد در تعظیمها ** تا که نسیان زاد یا سهو و خطا
- Çünkü onu ululamada gevşeklik gösterdi mi insanda ya unutma meydana gelir, ya yanlış.
-
همچو مستی کو جنایتها کند ** گوید او معذور بودم من ز خود 4105
- Sarhoş gibi hani. O ada cinayetlerde bulunur, sonra da mazurdum, ne yapayım der.
-
گویدش لیکن سبب ای زشتکار ** از تو بد در رفتن آن اختیار
- Ona derler ki: Doğru ama a kötü işli, o zıkkımı sen içtin, dileğinle, isteğinle zıkkımlandın.
-
بیخودی نامد بخود تش خواندی ** اختیارت خود نشد تش راندی
- Sarhoşluk, sana kendi kendine gelmedi, onu sen davet ettin. O dileği de kendin meydana getirdin.
-
گر رسیدی مستی بیجهد تو ** حفظ کردی ساقی جان عهد تو
- Sarhoşluk, senin kastın, çalışıp çabalaman olmasaydı da kendi kendine sana gelip çatsaydı can sakisi, senin ahdını korur, gözetirdi.
-
پشتدارت بودی او و عذرخواه ** من غلام زلت مست اله
- Sana arka olur, senin adına o, özür dilerdi. Tanrı sarhoşluğuna kul köle olayım.