English    Türkçe    فارسی   

5
986-1010

  • باز می‌گردند چون استارها  ** نور آن خورشید ازین دیوارها 
  • O güneşin ışığı, yıldızlar gibi yine şu vurduğu duvarlardan çekilir gider.
  • پرتو خورشید شد وا جایگاه  ** ماند هر دیوار تاریک و سیاه 
  • Güneşin ışığı gitti mi her duvar, kapkara, karanlık bir halde kala kalır.
  • آنک کرد او در رخ خوبانت دنگ  ** نور خورشیدست از شیشه‌ی سه رنگ 
  • Güzellerin yüzünde insanı hayran eden nur, üç renkli camdan vuran güneşin ışığıdır.
  • شیشه‌های رنگ رنگ آن نور را  ** می‌نمایند این چنین رنگین بما 
  • Renk,renk camlar o nuru bize çeşit renkli göstermededir.
  • چون نماند شیشه‌های رنگ‌رنگ  ** نور بی‌رنگت کند آنگاه دنگ  990
  • Renk,renk camlar kalmadı mı, o vakitler seni renksiz nur hayran eder.
  • خوی کن بی‌شیشه دیدن نور را  ** تا چو شیشه بشکند نبود عمی 
  • Nuru, camsız görmeyi adet edin de cam kırılınca kör kalmayasın.
  • قانعی با دانش آموخته  ** در چراغ غیر چشم افروخته 
  • Öğrenilmiş, bellenmiş bilgiye kani olmuş, gözünü başkasının nuru ile aydınlatmışsın.
  • او چراغ خویش برباید که تا  ** تو بدانی مستعیری نی‌فتا 
  • O da, o ışığı iğreti aldığını bilesin diye senden mumunu kapıverir.
  • گر تو کردی شکر و سعی مجتهد  ** غم مخور که صد چنان بازت دهد 
  • Fakat sen şükreder, çalışıp çabalarsan gam yeme. Sana bunun gibi yüzlercesini verir.
  • ور نکردی شکر اکنون خون گری  ** که شدست آن حسن از کافر بری  995
  • Şükretmiyorsan artık kan ağla. Çünkü o güzellik kafirden ayrılmıştır.
  • امة الکفران اضل اعمالهم  ** امة الایمان اصلح بالهم 
  • Küfre ümmet olanların işleri borçtur. İmana ümmet olanların kalpleri temizdir, özleri halistir.
  • گم شد از بی‌شکر خوبی و هنر  ** که دگر هرگز نبیند زان اثر 
  • Şükür etmeyenden güzellikte kaybolur, hüner ve sanat da. Artık bir daha ondan bir eser bile göremez.
  • خویشی و بی‌خویشی و سکر وداد  ** رفت زان سان که نیاردشان به یاد 
  • Akrabalık akraba olmayış, şükür ve sevgi, öyle bir gider ki bir daha aklına bile gelmez.
  • که اضل اعمالهم ای کافران  ** جستن کامست از هر کام‌ران 
  • Ey kafirler, “Yaptıkları işledikleri boştur” ayeti, her murada erişmiş kişinin elinden o muradın, o maksadın çıkıp gitmesidir.
  • جز ز اهل شکر و اصحاب وفا  ** که مریشان راست دولت در قفا  1000
  • Yalnız şükür ehliyle vefa sahiplerinin elde ettikleri kaybolmaz. Çünkü devlet, onların arkalarındadır.
  • دولت رفته کجا قوت دهد  ** دولت آینده خاصیت دهد 
  • Elden giden devlet, nereden kuvvet verecek? İnsana kuvvet ve kudret, gelecek devletten gelir.
  • قرض ده زین دولت اندر اقرضوا  ** تا که صد دولت ببینی پیش رو 
  • “Borç verin” emrine uy da bu devletten borç ver. Bu suretle önünde yüzlerce devlet görürsün.
  • اندکی زین شرب کم کن بهر خویش  ** تا که حوض کوثری یابی به پیش 
  • Bu içilen şeyden, biraz iç de önünde kevser havuzunu bulasın.
  • جرعه بر خاک وفا آنکس که ریخت  ** کی تواند صید دولت زو گریخت 
  • Vefa toprağına bir yudumcuk döken kişiden devlet avı, nasıl olur da kaçabilir?
  • خوش کند دلشان که اصلح بالهم  ** رد من بعد التوی انزالهم  1005
  • Tanrı, onları gönüllerini hoş eder. “Özleri doğrulmuştur halistir” Tanrı, onlara ihsan ettikleri şeyleri, o şeyler mahvolup bittikten sonra yine ihsan eder.
  • ای اجل وی ترک غارت‌ساز ده  ** هر چه بردی زین شکوران باز ده 
  • Ey ecel, ey köyü yağmalayan , bu şükreden kullardan ne aldıysan geri ver der.
  • وا دهد ایشان بنپذیرند آن  ** زانک منعم گشته‌اند از رخت جان 
  • Ecel verir, verir ama onu kabul etmezler. Çünkü can nimetleriyle nimetlenmişlerdir.
  • صوفییم و خرقه‌ها انداختیم  ** باز نستانیم چون در باختیم 
  • Biz sofiyiz, hırkalarımızı attık. Mademki oynayıp yutulduk, artık geri almayız.
  • ما عوض دیدیم آنگه چون عوض  ** رفت از ما حاجت و حرص و غرض 
  • Biz, verdiğimiz şeylere karşılık ihsanlar elde ettik; bizden ihtiyaç, hırs ve garez gitti.
  • ز آب شور و مهلکی بیرون شدیم  ** بر رحیق و چشمه‌ی کوثر زدیم  1010
  • Tuzlu ve helak edici sudan çıktık, arı duru suya, kevser kaynağına atıldık. Ey alem başkalarına ettiğin şeyler, vefasızlıktır, hiledir, aşırı nazdır.