English    Türkçe    فارسی   

6
1039-1063

  • پس جوابش داد صدیق ای غبی  ** گوهری دادی به جوزی چون صبی 
  • Sıddıyk, a ahmak diye cevap verdi, çocuk gibi bir cevize karşılık bir inci verdin.
  • کو به نزد من همی‌ارزد دو کون  ** من به جانش ناظرستم تو بلون  1040
  • Bence o iki cihana değer. Ben cana bakıyorum sen renge bakıyorsun.
  • زر سرخست او سیه‌تاب آمده  ** از برای رشک این احمق‌کده 
  • O kızıl altın, fakat şu ahmaklar yurdunda oturanların hasedi yüzünden kara görünmede.
  • دیده‌ی این هفت رنگ جسمها  ** در نیابد زین نقاب آن روح را 
  • Cisimlerin şu yedi rengini gören baş gözü, bu perde ardından o ruhu göremez.
  • گر مکیسی کردیی در بیع بیش  ** دادمی من جمله ملک و مال خویش 
  • Eğer satışta biraz daha nekeslik etseydin bütün malımı mülkümü verirdim.
  • ور مکاس افزودیی من ز اهتمام  ** دامنی زر کردمی از غیر وام 
  • Daha ziyade üstüne düşseydin başkalarından bir etek dolusu altın borç alır, onu da verirdim.
  • سهل دادی زانک ارزان یافتی  ** در ندیدی حقه را نشکافتی  1045
  • Fakat bedava buldun da ucuz verdin. Hokkayı açıp da içindeki inciyi görmedin.
  • حقه سربسته جهل تو بداد  ** زود بینی که چه غبنت اوفتاد 
  • Cahilliğinden üstü kapalın okkayı verdin, yakında görürsün sen ne zarara girdin!
  • حقه‌ی پر لعل را دادی به باد  ** هم‌چو زنگی در سیه‌رویی تو شاد 
  • Lâl dolu hokkayı yele verdin. Zenci gibi kara yüzlü oluşuna da seviniyorsun.
  • عاقبت وا حسرتا گویی بسی  ** بخت ودولت را فروشد خود کسی 
  • Sonunda çok eyvah dersin. Hiçbir kimse bahtı, devleti satar mı?
  • بخت با جامه‌ی غلامانه رسید  ** چشم بدبختت به جز ظاهر ندید 
  • Baht sana köle elbiselerini bürünmüş de gelmişti. Fakat talihsiz gözün, zâhirden başka bir şey görmedi ki.
  • او نمودت بندگی خویشتن  ** خوی زشتت کرد با او مکر و فن  1050
  • O sana kulluğunu gösterdi, fakat çirkin huyun onunla hileye, düzene girişti.
  • این سیه‌اسرار تن‌اسپید را  ** بت‌پرستانه بگیر ای ژاژخا 
  • A herzevekil bu bedeni ak, gönlü kara köleyi puta taparcasına al bakalım.
  • این ترا و آن مرا بردیم سود  ** هین لکم دین ولی دین ای جهود 
  • Bu senin, o da benim. İkimiz kârlıyız a kâfir. Senin dinin senin, benimki benim!
  • خود سزای بت‌پرستان این بود  ** جلش اطلس اسپ او چوبین بود 
  • Puta tapanların lâyığı budur zaten. Çulu atlas olur atı sopa.
  • هم‌چو گور کافران پر دود و نار  ** وز برون بر بسته صد نقش و نگار 
  • Kâfirlerin mezarı gibi dumanla ateşle doludur içi, fakat dışarısı yüzlerce nakışla, ziynetle bezenmiştir.
  • هم‌چو مال ظالمان بیرون جمال  ** وز درونش خون مظلوم و وبال  1055
  • Zâlimlerim malları gibi hani. Dışarıdan güzel görünür ama hakikatte mazlûm kanıdır, vebalidir.
  • چون منافق از برون صوم و صلات  ** وز درون خاک سیاه بی‌نبات 
  • Münafık gibi görünüşte orucu, namazı görünür de hakikatte otsuz, çimensiz kapkara topraktır.
  • هم‌چو ابری خالیی پر قر و قر  ** نه درو نفع زمین نه قوت بر 
  • Gar gur edip duran boş buluta benzer. Ondan ne yeryüzünde bir fayda vardır, ne buğdaya bir kuvvet.
  • هم‌چو وعده‌ی مکر و گفتار دروغ  ** آخرش رسوا و اول با فروغ 
  • Hileli ve yalan vâde gibi hani. Sonu rüsvaylıktır, fakat önü parlak görünür.
  • بعد از آن بگرفت او دست بلال  ** آن ز زخم ضرس محنت چون خلال 
  • Ondan sonra Bilâl’in elini tuttu, o mihmetin dişlerinde bir hilâle dönmüş olan dostun eline yapıştı, yola düştüler.
  • شد خلالی در دهانی راه یافت  ** جانب شیرین‌زبانی می‌شتافت  1060
  • O bir hilâle dönmüş de ağza yol bulmuştu, tatlı dilli birine gitmekteydi.
  • چون بدید آن خسته روی مصطفی  ** خر مغشیا فتاد او بر قفا 
  • Zayıf, hasta bir haldeydi. Mustafa’nın yüzünü görünce sırt üstü düşüp bayıldı.
  • تا بدیری بی‌خود و بی‌خویش ماند  ** چون به خویش آمد ز شادی اشک راند 
  • Uzun müddet kendisinden geçmiş olarak öyle baygın kaldı. Kendine gelince sevincinden gözyaşları dökmeye başladı.
  • مصطفی‌اش در کنار خود کشید  ** کس چه داند بخششی کو را رسید 
  • Mustafa onu kucakladı. Ona ne bağışladı, ne ihsanlarda bulundu kim bilir?