-
حقه سربسته جهل تو بداد ** زود بینی که چه غبنت اوفتاد
- Cahilliğinden üstü kapalın okkayı verdin, yakında görürsün sen ne zarara girdin!
-
حقهی پر لعل را دادی به باد ** همچو زنگی در سیهرویی تو شاد
- Lâl dolu hokkayı yele verdin. Zenci gibi kara yüzlü oluşuna da seviniyorsun.
-
عاقبت وا حسرتا گویی بسی ** بخت ودولت را فروشد خود کسی
- Sonunda çok eyvah dersin. Hiçbir kimse bahtı, devleti satar mı?
-
بخت با جامهی غلامانه رسید ** چشم بدبختت به جز ظاهر ندید
- Baht sana köle elbiselerini bürünmüş de gelmişti. Fakat talihsiz gözün, zâhirden başka bir şey görmedi ki.
-
او نمودت بندگی خویشتن ** خوی زشتت کرد با او مکر و فن 1050
- O sana kulluğunu gösterdi, fakat çirkin huyun onunla hileye, düzene girişti.
-
این سیهاسرار تناسپید را ** بتپرستانه بگیر ای ژاژخا
- A herzevekil bu bedeni ak, gönlü kara köleyi puta taparcasına al bakalım.
-
این ترا و آن مرا بردیم سود ** هین لکم دین ولی دین ای جهود
- Bu senin, o da benim. İkimiz kârlıyız a kâfir. Senin dinin senin, benimki benim!
-
خود سزای بتپرستان این بود ** جلش اطلس اسپ او چوبین بود
- Puta tapanların lâyığı budur zaten. Çulu atlas olur atı sopa.
-
همچو گور کافران پر دود و نار ** وز برون بر بسته صد نقش و نگار
- Kâfirlerin mezarı gibi dumanla ateşle doludur içi, fakat dışarısı yüzlerce nakışla, ziynetle bezenmiştir.
-
همچو مال ظالمان بیرون جمال ** وز درونش خون مظلوم و وبال 1055
- Zâlimlerim malları gibi hani. Dışarıdan güzel görünür ama hakikatte mazlûm kanıdır, vebalidir.
-
چون منافق از برون صوم و صلات ** وز درون خاک سیاه بینبات
- Münafık gibi görünüşte orucu, namazı görünür de hakikatte otsuz, çimensiz kapkara topraktır.
-
همچو ابری خالیی پر قر و قر ** نه درو نفع زمین نه قوت بر
- Gar gur edip duran boş buluta benzer. Ondan ne yeryüzünde bir fayda vardır, ne buğdaya bir kuvvet.
-
همچو وعدهی مکر و گفتار دروغ ** آخرش رسوا و اول با فروغ
- Hileli ve yalan vâde gibi hani. Sonu rüsvaylıktır, fakat önü parlak görünür.
-
بعد از آن بگرفت او دست بلال ** آن ز زخم ضرس محنت چون خلال
- Ondan sonra Bilâl’in elini tuttu, o mihmetin dişlerinde bir hilâle dönmüş olan dostun eline yapıştı, yola düştüler.
-
شد خلالی در دهانی راه یافت ** جانب شیرینزبانی میشتافت 1060
- O bir hilâle dönmüş de ağza yol bulmuştu, tatlı dilli birine gitmekteydi.
-
چون بدید آن خسته روی مصطفی ** خر مغشیا فتاد او بر قفا
- Zayıf, hasta bir haldeydi. Mustafa’nın yüzünü görünce sırt üstü düşüp bayıldı.
-
تا بدیری بیخود و بیخویش ماند ** چون به خویش آمد ز شادی اشک راند
- Uzun müddet kendisinden geçmiş olarak öyle baygın kaldı. Kendine gelince sevincinden gözyaşları dökmeye başladı.
-
مصطفیاش در کنار خود کشید ** کس چه داند بخششی کو را رسید
- Mustafa onu kucakladı. Ona ne bağışladı, ne ihsanlarda bulundu kim bilir?
-
چون بود مسی که بر اکسیر زد ** مفلسی بر گنج پر توفیر زد
- Sanki bir bakırdı, iksire kavuşmuş. Sanki bir müflisti, bol bir define elde etmiş.
-
ماهی پژمرده در بحر اوفتاد ** کاروان گم شده زد بر رشاد 1065
- Perişan balık denize düşmüştü, yolunu kaybetmiş kervan yol bulmuştu.
-
آن خطاباتی که گفت آن دم نبی ** گر زند بر شب بر آید از شبی
- Peygamberin o anda söylediği sözler, geceye söylenseydi gecelikten çıkar,
-
روز روشن گردد آن شب چون صباح ** من نتوانم باز گفت آن اصطلاح
- Sabah gibi apaydın olurdu. Ben, o sözleri anlatamam ki!
-
خود تو دانی که آفتابی در حمل ** تا چه گوید با نبات و با دقل
- Hamel burcundaki güneş, otlara ve henüz olmamış hurmalara ne yapar? Bilirsin ya.
-
خود تو دانی هم که آن آب زلال ** می چه گوید با ریاحین و نهال
- Arı duru su, çiçeklerle fidanlara neler söyler? Onu da bilirsin.
-
صنع حق با جمله اجزای جهان ** چون دم و حرفست از افسونگران 1070
- Allah’nın sanatı, cihanın bütün cüzilerine karşı âdeta afsuncuların ağzından çıkan soluğun, harfin tesirini yapar.