-
او قفااش دید چون تخییلیی ** کرد او را آرزوی سیلیی 1330
- Hasta sofinin kafasını görünce hülyaya kapıldı, içinden bir sille vurmak isteği coştu.
-
بر قفای صوفی حمزهپرست ** راست میکرد از برای صفع دست
- Bulgur aşına tapan sofinin kellesine vurmak için elini kaldırdı.
-
کارزو را گر نرانم تا رود ** آن طبیبم گفت کان علت شود
- Hekim, içinden geçeni yapmazsan o, sana dert olur dedi.
-
سیلیش اندر برم در معرکه ** زانک لا تلقوا بایدی تهلکه
- Allah da “Kendinizi, elinizle, tehlikeye atmayın” buyurmuştur. Hele bir sille aşk edeyim.
-
تهلکهست این صبر و پرهیز ای فلان ** خوش بکوبش تن مزن چون دیگران
- Bu sabır ve perhiz, bir tehlikedir. Başkaları gibi çekinme, bir iyice vur bakalım diyordu.
-
چون زدش سیلی برآمد یک طراق ** گفت صوفی هی هی ای قواد عاق 1335
- Silleyi aşk edince sofinin kellesinden şırrak diye bir ses çıktı. Sofi, hey asi kaltaban diye bağırdı.
-
خواست صوفی تا دو سه مشتش زند ** سبلت و ریشش یکایک بر کند
- Ona iki üç yumruk vurmak, sakalını, bıyığını yolmak istedi ama vazgeçti.
-
خلق رنجور دق و بیچارهاند ** وز خداع دیو سیلی بارهاند
- Halk da hastadır, hummalıdır, çaresizdir. Şeytanın igvasıyla böyle sille vurur durur.
-
جمله در ایذای بیجرمان حریص ** در قفای همدگر جویان نقیص
- Hepside suçsuzları incitmeye haristir. Birbirlerinin kafasını noksan görürler
-
ای زننده بیگناهان را قفا ** در قفای خود نمیبینی جزا
- Ey suçsuzların kafasına vuran, bunun cezasını kendi kafanda görmüyor musun?
-
ای هوا را طب خود پنداشته ** بر ضعیفان صفع را بگماشته 1340
- Ey hava ve hevesini hekimlik sanıp zayıfları tokatlamaya kalkışan!
-
بر تو خندید آنک گفتت این دواست ** اوست که آدم را به گندم رهنماست
- Sana bu ilâçtır diyen, seninle alay etmiş, sana gülmüştür. O, Âdem’e de buğdaya kılavuzluk ettiydi ya!
-
که خورید این دانه او دو مستعین ** بهر دارو تا تکونا خالدین
- Ey Allah yardımını dileyen Âdem ve Havva, ilâç için bunu yiyin, “Ebedi olarak yaşarsınız” demişti ya!
-
اوش لغزانید و او را زد قفا ** آن قفا وا گشت و گشت این را جزا
- Şeytan, Âdem’in ayağını titretti, sürçtürdü, onun kafasına vurdu. Fakat o sille döndü, şeytanın kafasına geldi, ona ceza oldu.
-
اوش لغزانید سخت اندر زلق ** لیک پشت و دستگیرش بود حق
- Şeytan, Âdem’i adam akıllı sürçtürdü ama Âdem’in arkası Allah idi, elini tutan Haktı.
-
کوه بود آدم اگر پر مار شد ** کان تریاقست و بیاضرار شد 1345
- Âdem bir dağdı, yılanla dolsa ne çıkar? Tiryak madeniydi, ona hiçbir zarar gelmedi.
-
تو که تریاقی نداری ذرهای ** از خلاص خود چرایی غرهای
- Sende tiryakten bir zerre bile yok, kurtulacağını nasıl umuyor, nasıl aldanıyorsun?
-
آن توکل کو خلیلانه ترا ** وآن کرامت چون کلیمت از کجا
- Nerede sen de Halil’cesine Allahya dayanma, nerede sende Kelîm’deki keramet?
-
تا نبرد تیغت اسمعیل را ** تا کنی شهراه قعر نیل را
- Nerede o Allahya dayanma ki kılıcın İsmail’i kesmesin, nerede o keramet ki Nil’in dibini ana cadde yapasın?
-
گر سعیدی از مناره اوفتید ** بادش اندر جامه افتاد و رهید
- Kutlu bir adam, minareden düşse elbisesine rüzgâr dolar, onu yere yavaş indirir, kurtulur.
-
چون یقینت نیست آن بخت ای حسن ** تو چرا بر باد دادی خویشتن 1350
- Ey güzel adam, o bahta inanmıyorsan neden kendini yele veriyorsun ya?
-
زین مناره صد هزاران همچو عاد ** در فتادند و سر و سر باد داد
- Bu minareden Âd gibi yüz binlercesi tepesi üstüne düştü, başlarını da yele verdiler, canlarını da.
-
سرنگون افتادگان را زین منار ** مینگر تو صد هزار اندر هزار
- Bu minareden tepesi üstüne düşen milyonlarca kişiye bak.
-
تو رسنبازی نمیدانی یقین ** شکر پاها گوی و میرو بر زمین
- İp üstünde oynamayı bilmiyorsan ayaklarına şükret, yeryüzünde yürü.
-
پر مساز از کاغذ و از که مپر ** که در آن سودا بسی رفتست سر
- Kendine kâğıttan kanat yapıp dağdan uçmaya kalkışma. Bu sevdada niceler başından oldu.