-
اطلس عمرت به مقراض شهور ** برد پارهپاره خیاط غرور 1720
- Ömrünün atlasını, ay makasıyla gurur terzisi kesip parça parça ediyor.
-
تو تمنا میبری که اختر مدام ** لاغ کردی سعد بودی بر دوام
- Sense yıldızım, hep beni güldürseydi, hep kutlu olsaydı der, bunu istersin.
-
سخت میتولی ز تربیعات او ** وز دلال و کینه و آفات او
- Onun terbilerine pek kızar, cilvesinden, kininden, aletlerinden hiddetlenirsin.
-
سخت میرنجی ز خاموشی او ** وز نحوس و قبض و کینکوشی او
- Susmasından, kutsuzluğundan, tutukluluğundan, kinciliğinden incinirsin.
-
که چرا زهرهی طرب در رقص نیست ** بر سعود و رقص سعد او مهایست
- Neden Zühre çalıp çığırmıyor dersin. Fakat onun kutluluğuna, oynayışına, çağırışına pek güvenme.
-
اخترت گوید که گر افزون کنم ** لاغ را پس کلیت مغبون کنم 1725
- Yıldızın der ki: Lâtifeyi biraz daha fazlalaştırırsam seni tamamı ile aldatır, borçlu çıkarırım.
-
تو مبین قلابی این اختران ** عشق خود بر قلبزن بین ای مهان
- Bu yıldızların işvesine bakma da ey hor hakîr kişi, erkeklere olan aşkına bak!
-
مثل
-
آن یکی میشد به ره سوی دکان ** پیش ره را بسته دید او از زنان
- Birisi yola düşmüş, dükkâna gidiyordu. Gördü ki kadınlar yolu kapamış.
-
پای او میسوخت از تعجیل و راه ** بسته از جوق زنان همچو ماه
- Hızlı yürümeden ayağı yanmaktaydı. Yolsa ay gibi kadınlarla doluydu, yol açmaya âdeta imkân yoktu.
-
رو به یک زن کرد و گفت ای مستهان ** هی چه بسیارید ای دخترچگان
- Bir kadına yüz çevirdi de dedi ki: A bayağı mahlûklar, a kızcağızlar, ne de çoksunuz.
-
رو بدو کرد آن زن و گفت ای امین ** هیچ بسیاری ما منکر مبین 1730
- Kadın, ona yüzünü döndü, ey emniyet sahibi dedi, bizim bolluğumuzu kötü görme.
-
بین که با بسیاری ما بر بساط ** تنگ میآید شما را انبساط
- Bu kadar çoğuz ama öyle olduğu halde size bu çokluk bile az gelmede.
-
در لواطه میفتید از قحط زن ** فاعل و مفعول رسوای زمن
- Kadın kıtlığından oğlancılığa düşüyorsunuz da yapan da dünyaya rezil rüsva oluyor, yaptıran da!
-
تو مبین این واقعات روزگار ** کز فلک میگردد اینجا ناگوار
- Zamanın hâdiselerine bakma. Feleğin acılıklarını, hazım olunmaz şeylerini görme.
-
تو مبین تحشیر روزی و معاش ** تو مبین این قحط و خوف و ارتعاش
- Rızkın, geçimin darlığına, şu kıtlığına, korkuya, titreyişe bakma.
-
بین که با این جمله تلخیهای او ** مردهی اویید و ناپروای او 1735
- Şuna bak sen: Bu kadar acılıklarıyla beraber yine de onun için ölüyor, ondan bir türlü kendinizi çekemiyorsunuz.
-
رحمتی دان امتحان تلخ را ** نقمتی دان ملک مرو و بلخ را
- Acı imtihanı bir rahmet bil, Belh ve Merv ülkelerine sahip olmayı bir gazap say.
-
آن براهیم از تلف نگریخت و ماند ** این براهیم از شرف بگریخت و راند
- O İbrahim, telef olmaktan çekinmedi, ateşe atıldı, fakat yanmadı, bu İbrahim, şereften saltanattan kaçtı, kendisini ateşe attı.
-
آن نسوزد وین بسوزد ای عجب ** نعل معکوس است در راه طلب
- Şaşılacak şey. Ateş onu yakmadı, bunu yaktı. İstek yolunda böyle tersine nallar vardır işte!
-
باز مکرر کردن صوفی سال را
- Sofinin tekrar sual sorması
-
گفت صوفی قادرست آن مستعان ** که کند سودای ما را بی زیان
- Sofi dedi ki: Yardımı dilenen Allah, kârımızı ziyansız etmeye kadirdir.
-
آنک آتش را کند ورد و شجر ** هم تواند کرد این را بیضرر 1740
- Ateşi gül ve ağaç haline getiren, bunu da zararsız bir hale getirebilir.
-
آنک گل آرد برون از عین خار ** هم تواند کرد این دی را بهار
- Dikenden gül çıkaran şu kışı da bahar edebilir.
-
آنک زو هر سرو آزادی کند ** قادرست ار غصه را شادی کند
- Her serviyi hür bir halde sere serpe yücelten, derdi de neşe haline getirir.
-
آنک شد موجود از وی هر عدم ** گر بدارد باقیش او را چه کم
- Onun lûtfuyla her şey, yokluktan var oldu. Var ettiğini ebedî kılarsa nesi eksilir ki?
-
آنک تن را جان دهد تا حی شود ** گر نمیراند زیانش کی شود
- Bedene can verip dirilten, dirilttiğini öldürmezse ziyana mı girer?