English    Türkçe    فارسی   

6
1815-1839

  • هین خمش کن تا بگوید شاه قل  ** بلبلی مفروش با این جنس گل  1815
  • Sus da “Kul-söyle” padişahı söylesin. Bu çeşit güllere karşı bülbüllük satmaya kalkışma.
  • این گل گویاست پر جوش و خروش  ** بلبلا ترک زبان کن باش گوش 
  • Bu gül, coşmuş köpürmüş, söylenip duran bir güldür. Ey bülbül, bana karşı sözü kes de kulak kesil!
  • هر دو گون تمثال پاکیزه‌مثال  ** شاهد عدل‌اند بر سر وصال 
  • Her ikisi de, yani hal de, söz de, tertemiz iki güzele benzer. Vuslat sırrına iki âdil şahittir bunlar.
  • هر دو گون حسن لطیف مرتضی  ** شاهد احبال و حشر ما مضی 
  • Bu iki seçilmiş lâtif güzellik de gebeliklere ve geçmiş zamandaki haşirlere şahadet ederler.
  • هم‌چو یخ کاندر تموز مستجد  ** هر دم افسانه‌ی زمستان می‌کند 
  • Yeniden yeniye gelen temmuz ayında buzun, her an kış hikâyelerini söylemesi gibi.
  • ذکر آن اریاح سرد و زمهریر  ** اندر آن ازمان و ایام عسیر  1820
  • Hani buz da, soğuk rüzgârları, zemheriyi, yaz günlerinde o güç zamanları söyler ya.
  • هم‌چو آن میوه که در وقت شتا  ** می‌کند افسانه‌ی لطف خدا 
  • Kışın meyve ve Allah lûtfunun hikâyelerini anlatır.
  • قصه‌ی دور تبسمهای شمس  ** وآن عروسان چمن را لمس و طمس 
  • Güneşin gülümsediği zamanları, çimen gelinlerine dokunup eksiltmesini söyler.
  • حال رفت و ماند جزوت یادگار  ** یا ازو واپرس یا خود یاد آر 
  • İşte onun gibi senden de hal gitti, cüzün o halin armağanı olarak kaldı. Ya ona sor, yahut da hatırla.
  • چون فرو گیرد غمت گر چستیی  ** زان دم نومید کن وا جستیی 
  • Gama giriftar oldun mu çeviksen derhal sıçrar, o ümitsizlik deminden kurtulursun.
  • گفتییش ای غصه‌ی منکر به حال  ** راتبه‌ی انعامها را زان کمال  1825
  • Ona, ey hali, nimetleri o yüceliği inkâr eden gam, dersin...
  • گر بهر دم نت بهار و خرمیست  ** هم‌چو چاش گل تنت انبار چیست 
  • Her dem baharda, neşede değilsin de gül yığınına benzeyen bedenin, neyin ambarı ya?
  • چاش گل تن فکر تو هم‌چون گلاب  ** منکر گل شد گلاب اینت عجاب 
  • Gül yığını bedenin, düşüncen de gül suyu gibi. Gül suyu, gülü inkâr ediyor ha. Şaşılacak şey bu işte!
  • از کپی‌خویان کفران که دریغ  ** بر نبی‌خویان نثار مهر و میغ 
  • Nimetleri inkâr eden maymun huylulardan saman bile esirgenir. Fakat peygamber huylu kişilere güneş ve bulut, saçı olarak saçılır.
  • آن لجاج کفر قانون کپیست  ** وآن سپاس و شکر منهاج نبیست 
  • O küfür inadı, maymun âdetidir. Şu hamd-ü şükürse Peygamberin yoludur.
  • با کپی‌خویان تهتکها چه کرد  ** با نبی‌رویان تنسکها چه کرد  1830
  • Perdelerin yırtılması, maymun huylulara neler etti? Peygambere benzeyenlerse ibadetleri, ne faydalar verdi!
  • در عمارتها سگانند و عقور  ** در خرابیهاست گنج عز و نور 
  • Mamur yerlerde kuduz köpekler vardır. Yücelik ve nur definesi, yıkık yerlerdedir.
  • گر نبودی این بزوغ اندر خسوف  ** گم نکردی راه چندین فیلسوف 
  • Şu doğma, ayın tutulmasında olmasaydı bunca filozof, yolu kaybeder miydi hiç?
  • زیرکان و عاقلان از گمرهی  ** دیده بر خرطوم داغ ابلهی 
  • Akıllı fikirli kişiler, bu yol yitirme yüzünden burunlarının üstünde ahmaklık dağını gördüler!
  • باقی قصه‌ی فقیر روزی‌طلب بی‌واسطه‌ی کسب 
  • Kazanmadan rızık dileyen yoksul hikâyesi
  • آن یکی بیچاره‌ی مفلس ز درد  ** که ز بی‌چیزی هزاران زهر خورد 
  • Çaresiz bir müflis, derde düşmüştü. Hiçbir şeyi yoktu, binlerce zehir yutmuştu.
  • لابه کردی در نماز و در دعا  ** کای خداوند و نگهبان رعا  1835
  • Namazlarda, dualarda yalvarmakta, ey Allahm, ey kurdu kuşu koruyan!
  • بی ز جهدی آفریدی مر مرا  ** بی فن من روزیم ده زین سرا 
  • Sen, beni yorulmadan, çalışıp çabalamadan yarattın. Şu âlemde rızkımı da benim kazancım olmadan ver.
  • پنج گوهر دادیم در درج سر  ** پنج حس دیگری هم مستتر 
  • Başımda gizli olan beş inci verdin. Beş duygu daha ihsan ettin ki onlar da gizli.
  • لا یعد این داد و لا یحصی ز تو  ** من کلیلم از بیانش شرم‌رو 
  • Bu ihsanların sayıya sığmaz. Ben utanıyorum, anlatmadan âcizim.
  • چونک در خلاقیم تنها توی  ** کار رزاقیم تو کن مستوی 
  • Beni yaratan yalnız sensin. Rızkımı da sen düzene koy demekteydi.