-
عقل راه ناامیدی کی رود ** عشق باشد کان طرف بر سر دود
- Akıl, ümitsizlik yoluna gider mi hiç? Aşk lâzım ki o tarafa koşsun!
-
لاابالی عشق باشد نی خرد ** عقل آن جوید کز آن سودی برد
- Hiç bir şeye aldırmayan aşktır, akıl değil. Akıl, faydalanacağı şeyi arar.
-
ترکتاز و تنگداز و بیحیا ** در بلا چون سنگ زیر آسیا
- Aşk yılmaz, canını sakınmaz, utanma nedir bilmez. Değirmen taşının altına gitmiş gibi belâlara uğrar, sabreder.
-
سخترویی که ندارد هیچ پشت ** بهرهجویی را درون خویش کشت
- Öyle pek yüzlüdür ki hiç arkasını dönmez. Bir fayda elde etmek ümidini öldürmüştür içinde.
-
پاک میبازد نباشد مزدجو ** آنچنان که پاک میگیرد ز هو 1970
- Neyi var, neyi yoksa ortaya kor, oynar, yutulur, bir ücret aramaz. Allah’nın aldığı gibi yine hepsini Allahya verir, tertemiz olur.
-
میدهد حق هستیش بیعلتی ** میسپارد باز بیعلت فتی
- Allah, ona sebepsiz olarak bu varlığı vermiştir.O cömert er de sebepsiz olarak Allah vergisini Allahya bağışlar.
-
که فتوت دادن بی علتست ** پاکبازی خارج هر ملتست
- Cömertlik, sebepsiz olarak vermektir. Temizlik, her şeyi Allahya verip arınmak, her şeriatın dışındadır.
-
زانک ملت فضل جوید یا خلاص ** پاک بازانند قربانان خاص
- Çünkü şeriat, ya Allah ihsanına nail olmayı, yahut Allah kahrından kurtulmayı arar. Varlıktan arınanlarsa Allah’nın has kurbanlarıdır.
-
نی خدا را امتحانی میکنند ** نی در سود و زیانی میزنند
- Onlar, ne Allahyı sınarlar, ne de ziyana, kâra aldırış ederler.
-
باز دادن شاه گنجنامه را به آن فقیر کی بگیر ما از سر این برخاستیم
- Padişahın,definenin yerini gösteren kâğıdı ”Al,biz bundan vazgeçtik” diye yoksula vermesi
-
چونک رقعهی گنج پر آشوب را ** شه مسلم داشت آن مکروب را 1975
- O dertli definenin kâğıdını padişah, o dertlere uğramış fakire verince;
-
گشت آمن او ز خصمان و ز نیش ** رفت و میپیچید در سودای خویش
- Yoksul adam, düşmanlarından, onların saçmasından emin oldu, gidip sevdalandığı şeye adamakıllı sarıldı.
-
یار کرد او عشق درداندیش را ** کلب لیسد خویش ریش خویش را
- İnsanı dertlere düşüren aşka yâr oldu. Köpek, yarasını yalaya yalaya iyi eder.
-
عشق را در پیچش خود یار نیست ** محرمش در ده یکی دیار نیست
- Aşk ıstırabına hiçbir yâr, hiçbir ortak yoktur. Âşığa âlemde bir tek mahrem bile bulunmaz.
-
نیست از عاشق کسی دیوانهتر ** عقل از سودای او کورست و کر
- Âşıktan daha deli kimse yoktur. Akıl, onun sevdasına karşı kördür, sağırdır.
-
زآنک این دیوانگی عام نیست ** طب را ارشاد این احکام نیست 1980
- Çünkü bu, herkesin deliliğine benzemez ki. Hekimlik bilgisinde bunu iyileştirecek hükümler yoktur.
-
گر طبیبی را رسد زین گون جنون ** دفتر طب را فرو شوید به خون
- Bir hekim, bu çeşit deliliğe uğrasa hekimlik kitabını kanı ile yıkar, yazılanların hepsini silerdi.
-
طب جملهی عقلها منقوش اوست ** روی جمله دلبران روپوش اوست
- Bütün akılların hekimliği, aşka göre çizilmiş suretlerden başka bir şey değildir. Bütün güzellerin yüzleri, onun yüzünün perdesidir.
-
روی در روی خود آر ای عشقکیش ** نیست ای مفتون ترا جز خویش خویش
- Ey aşk mezhebine giren, yüzünü kendine çevir. Sana meftun olan, senden başkası değildir.
-
قبله از دل ساخت آمد در دعا ** لیس للانسان الا ما سعی
- O adamda kendini kıble yapmış, dua edip durmuştu. “İnsan ancak çalıştığını elde eder.”
-
پیش از آن کو پاسخی بشنیده بود ** سالها اندر دعا پیچیده بود 1985
- Bundan önce bir cevap duymadan yıllarca dua etmişti.
-
بیاجابت بر دعاها میتنید ** از کرم لبیک پنهان میشنید
- İcabet edilmeden dua ediyor, Allah kereminden “Lebbeyk” sesini gizli olarak işitiyordu.
-
چونک بیدف رقص میکرد آن علیل ** ز اعتماد جود خلاق جلیل
- O illetli adam, ulu yaratıcının cömertliğine güvendiğinden tefsiz oynuyordu.
-
سوی او نه هاتف و نه پیک بود ** گوش اومیدش پر از لبیک بود
- Ona ne bir hatif sesi gelmişti, ne bir haberci ulaşmıştı. Ümit kulağı, “Lebbeyk” sesiyle doluydu ama.
-
بیزبان میگفت اومیدش تعال ** از دلش میروفت آن دعوت ملال
- Ümidi, dilsiz, sessiz “gel” demekteydi. O dâvet, gönlünden usancı silip süpürüyordu.
-
آن کبوتر را که بام آموختست ** تو مخوان میرانش کان پر دوختست 1990
- Dama gelmeyi öğrenen güvercini çağırma, kov, o bir yere gidemez, kanadı bağlıdır.