-
تا بگوید سر خود از اضطرار ** آنچنان که گیرد این دلها قرار 2575
- Siz de onu dövün de zorundan içindekini söylesin, gönüllerimiz kabul edinceye kadar nesi var, nesi yoksa açığa vursun.
-
چون طمانینست صدق و با فروغ ** دل نیارامد به گفتار دروغ
- Parlak ve açık doğru söz, gönle rahatlık verir. Gönül, yalan sözle yatışmaz.
-
کذب چون خس باشد و دل چون دهان ** خس نگردد در دهان هرگز نهان
- Yalan, çerçöpe benzer, gönül de ağza. Çöp ağızda gizlenmez.
-
تا درو باشد زبانی میزند ** تا به دانش از دهان بیرون کند
- Ağızda çöp oldu mu dil dolanır durur, nihayet onu ağızdan atar.
-
خاصه که در چشم افتد خس ز باد ** چشم افتد در نم و بند و گشاد
- Hele göze bir çöp girerse göz yaşarır, kapanıp açılmaya başlar.
-
ما پس این خس را زنیم اکنون لگد ** تا دهان و چشم ازین خس وا رهد 2580
- Biz, bu çöpü, ağzımıza, gözümüze girmeden ayağımızın altında ezelim” dedi.
-
گفت دلقک ای ملک آهسته باش ** روی حلم و مغفرت را کمخراش
- Delkak padişahım yavaş ol dedi. Yavaşlık ve yarlıgama yüzünü pek yırtma.
-
تا بدین حد چیست تعجیل نقم ** من نمیپرم به دست تو درم
- Beni azaba sokmak için neden bu kadar acele ediyorsun? Senin elindeyim, kuş değilim ki, uçayım.
-
آن ادب که باشد از بهر خدا ** اندر آن مستعجلی نبود روا
- Tanrı için verilen cezada acele etmek doğru değildir.
-
وآنچ باشد طبع و خشم و عارضی ** میشتابد تا نگردد مرتضی
- Fakat kendi kızgınlığından, kendi gelip geçici heva ve hevesinden verilen cezada acele edilir. Adam, kendini bir an önce razı etmeye bakar.
-
ترسد ار آید رضا خشمش رود ** انتقام و ذوق آن فایت شود 2585
- Kaza ve kadere razı olursa kızgınlığı yatışır. Öç almadan geçer, o zevkten mahrum kalır. Bundan korkar işte.
-
شهوت کاذب شتابد در طعام ** خوف فوت ذوق هست آن خود سقام
- Yalancı şehvet, yemeye atılır, onun lezzetini, zevkini kaybedivereceğinden korkar ki bu zaten derttir.
-
اشتها صادق بود تاخیر به ** تا گواریده شود آن بیگره
- İştah varsa acele etmemek, yenen şeyin iyice sinmesi için ağır ağır yemek daha doğrudur.
-
تو پی دفع بلایم میزنی ** تا ببینی رخنه را بندش کنی
- Sen, benim belâmı defetmek, gördüğün gediği tıkamak istiyorsun.
-
تا از آن رخنه برون ناید بلا ** غیر آن رخنه بسی دارد قضا
- O gedikten bir felâket gelmesin diyorsun ama kaza ve kaderin o gedikten başka daha nice gedikleri, nice delikleri var.
-
چارهی دفع بلا نبود ستم ** چاره احسان باشد و عفو و کرم 2590
- Belâyı def etmenin çaresi, sitem etmek değildir. buna çare ihsandır, aftır keremdir.
-
گفت الصدقه مرد للبلا ** داو مرضاک به صدقه یا فتی
- Peygamber “sadaka belâyı defeder” dedi. Ey yiğit hastalığını sadakayla tedavi et.
-
صدقه نبود سوختن درویش را ** کور کردن چشم حلماندیش را
- Sadaka, yoksulu yakmak, hilim gözleyen gözü kör etmek değildir.
-
گفت شه نیکوست خیر و موقعش ** لیک چون خیری کنی در موضعش
- Padişah dedi ki: Hayır, yerinde yapılırsa iyidir. Yerinde bir hayırda bulunursan bu, doğru bir harekettir.
-
موضع رخ شه نهی ویرانیست ** موضع شه اسپ هم نادانیست
- Ruh, yerine şah sürmek işi harap etmektir. Şah yerine atı sürmek de bilgisizliktir.
-
در شریعت هم عطا هم زجر هست ** شاه را صدر و فرس را درگه است 2595
- Şeriatta ihsan da var ceza da. Padişah, baş köşeye geçer; at ahıra bağlanır.
-
عدل چه بود وضع اندر موضعش ** ظلم چه بود وضع در ناموقعش
- Adalet nedir? Bir şeyi lâyık olduğu yere koymak. Zulüm nedir? Lâyık olmadığı yere koymak.
-
نیست باطل هر چه یزدان آفرید ** از غضب وز حلم وز نصح و مکید
- Tanrı’nın yarattığı bir şey abes değildir. Kızgınlık, hilim, öğüt, hile... hepsi doğrudur.
-
خیر مطلق نیست زینها هیچ چیز ** شر مطلق نیست زینها هیچ نیز
- Bunların hiç biri mutlak olarak hayır değildir. aynı zamanda mutlak olarak şer de değildir.
-
نفع و ضر هر یکی از موضعست ** علم ازین رو واجبست و نافعست
- Her birinin yerinde faydası vardır, yerinde de zararı. Onun için bilgi vaciptir, faydalıdır.