English    Türkçe    فارسی   

6
2634-2658

  • نرد دل با هم‌دگر می‌باختند  ** از وساوس سینه می‌پرداختند 
  • Birbirleri ile gönül tavlası, oynuyorlar, gönüllerini vesveseden arıtıyorlardı.
  • هر دو را دل از تلاقی متسع  ** هم‌دگر را قصه‌خوان و مستمع  2635
  • Bu buluşmadan ikisinin de gönlü ferahlıyor, birbirlerine hikâyeler anlatıyorlar, birini söylediğini öbürü dinliyordu.
  • رازگویان با زبان و بی‌زبان  ** الجماعه رحمه را تاویل دان 
  • Gâh baş diliyle, gâh hal diliyle sırlarını ortaya koyuyorlar. “Topluluk rahmettir” sözünü tevil diyorlardı.
  • آن اشر چون جفت آن شاد آمدی  ** پنج ساله قصه‌اش یاد آمدی 
  • O kötü mahlûk, kurbağa ile eş oldu mu neşeleniyor, beş yıllık vakaları hatırlıyordu.
  • جوش نطق از دل نشان دوستیست  ** بستگی نطق از بی‌الفتیست 
  • Sözün coşması, ulanıp gitmesi, dostluk nişanesidir. Söz söyleyememekte ülfetsizliktendir.
  • دل که دلبر دید کی ماند ترش  ** بلبلی گل دید کی ماند خمش 
  • Gönül, dilberi gördü mü nasıl olur da suratı ekşi bir halde kalır? Bülbül, gül görür de nasıl susar?
  • ماهی بریان ز آسیب خضر  ** زنده شد در بحر گشت او مستقر  2640
  • Kızarmış balık bile, Hızır’ın himmetiyle dirildi, denize sıçradı, orada karar kıldı.
  • یار را با یار چون بنشسته شد  ** صد هزاران لوح سر دانسته شد 
  • Sevgili, sevgilisiyle beraber oturdu mu yüz binlerce sır levhini bilir.
  • لوح محفوظ است پیشانی یار  ** راز کونینش نماید آشکار 
  • Sevgilinin alnı Levhi mahfuzdur. Dost, onun alnından iki âlemin sırrını da apaçık görür.
  • هادی راهست یار اندر قدوم  ** مصطفی زین گفت اصحابی نجوم 
  • Dost kudümiyle âdeta yol kılavuzudur. Mustafa, bunun için, “Sahabem yıldıza benzer” demiştir.
  • نجم اندر ریگ و دریا رهنماست  ** چشم اندر نجم نه کو مقتداست 
  • Yıldız çölde de kılavuzdur, denizde de. Yıldıza göz dik, o kılavuzdur, yol gösterir.
  • چشم را با روی او می‌دار جفت  ** گرد منگیزان ز راه بحث و گفت  2645
  • Gözünü onun yüzüne eş et. Onunla bahse girişmeye kalkma, bu çeşit hareketlerle toz koparma.
  • زانک گردد نجم پنهان زان غبار  ** چشم بهتر از زبان با عثار 
  • Çünkü o tozla yıldız, görünmez olur. Halbuki göz, sürçen dilden elbette daha iyidir.
  • تا بگوید او که وحیستش شعار  ** کان نشاند گرد و ننگیزد غبار 
  • Yalnız Tanrı’dan vahiy alan kişi söylerse o başka. Çünkü o toz koparmaz, tozu yatıştırır.
  • چون شد آدم مظهر وحی و وداد  ** ناطقه‌ی او علم الاسما گشاد 
  • Âdem, vahiy ve sevgiye mazhar olunca sözü “Allemel esmâ” sırrını açtı.
  • نام هر چیزی چنانک هست آن  ** از صحیفه‌ی دل روی گشتش زبان 
  • Her şeyin adı nasılsa öylece gönül sahifesinden diline aktı, her şeyi bildirdi.
  • فاش می‌گفتی زبان از ریتش  ** جمله را خاصیت و ماهیتش  2650
  • Her şeyi gönül gözü görmüştü, onun için hepsinin hassasını ve mahiyetini apaçık söylüyordu.
  • آنچنان نامی که اشیا را سزد  ** نه چنانک حیز را خواند اسد 
  • Her şeye lâyık olan adı söyledi, puşta aslan demedi.
  • نوح نهصد سال در راه سوی  ** بود هر روزیش تذکیر نوی 
  • Nuh da tam dokuz yüz yıl doğru yolda vaaz etti. Her gün yeni bir öğüt verdi.
  • لعل او گویا ز یاقوت القلوب  ** نه رساله خوانده نه قوت القلوب 
  • Lâal dudakları, kalplerin yakutuydu. Ne risale okumuştu, ne de “Kuutül kulûb!”
  • وعظ را ناموخته هیچ از شروح  ** بلک ینبوع کشوف و شرح روح 
  • Vaazlarını şerhlerden öğrenmiyordu. Sözleri, keşifler kaynağından coşuyordu, ruh şerhiydi.
  • زان میی کان می چو نوشیده شود  ** آب نطق از گنگ جوشیده شود  2655
  • Bir şarap var. O içildi mi söz suyu dilsizden bile kaynar, köpürür.
  • طفل نوزاده شود حبر فصیح  ** حکمت بالغ بخواند چون مسیح 
  • Yeni doğan çocuk fasih söz söyler bir edip olur, Mesih gibi, ergen adamların hikmetini okur.
  • از کهی که یافت زان می خوش‌لبی  ** صد غزل آموخت داود نبی 
  • O şaraptan içip dudağını hoş bir hale getiren dağ, Davut peygamber gibi yüzlerce gazel öğrenir.
  • جمله مرغان ترک کرده چیک چیک  ** هم‌زبان و یار داود ملیک 
  • Bütün kuşlar, cik cik ötüşlerini bırakmışlar, padişah olan Davut’a uymuşlar, ona dost olmuşlar, onunla ırlamaya başlamışlardı.