در دل عاشق به جز معشوق نیست ** در میانشان فارق و فاروق نیست 2680
Âşığın gönlünde de sevgiliden başka kimse yoktur. Onların aralarında ne az, ne çok fark edici bir şey olamaz, onları birbirinden ayıracak kimse bulunamaz.
بر یکی اشتر بود این دو درا ** پس چه زر غبا بگنجد این دو را
Bu iki çan bir devededir. Artık buraya “Az ziyaret et” sözü nasıl sığar?
هیچ کس با خویش زر غبا نمود ** هیچ کس با خود به نوبت یار بود
Hiç kimse,kendisine “Beni az ziyaret et” der mi? Hiç kimse kendisine nöbetle zamanla dost olur mu?
آن یکیی نه که عقلش فهم کرد ** فهم این موقوف شد بر مرگ مرد
Bu birlik aklın alacağı şey değildir. Bunu anlamak, insanın ölümüne bağlıdır.
ور به عقل ادراک این ممکن بدی ** قهر نفس از بهر چه واجب شدی
Eğer bu, akılla anlaşılsaydı, insanın nefsini öldürmesi neden vacip olurdu ki?
با چنان رحمت که دارد شاه هش ** بیضرورت چون بگوید نفس کش 2685
Akıllar padişahı, bu kadar merhametliyken nasıl olur da zaruretsiz olarak insana “Kendini öldür” der?
مبالغه کردن موش در لابه و زاری و وصلت جستن از چغز آبی
Farenin, kurbağaya pek çok yalvarması ve arada bir vasıta bulmak için sızlanması
گفت کای یار عزیز مهرکار ** من ندارم بیرخت یکدم قرار
Fare dedi ki: Ey merhametli, sevgili dost, ben seni görmedikçe bir an bile karar edemiyorum.
روز نور و مکسب و تابم توی ** شب قرار و سلوت و خوابم توی
Gündüzün nurum, kazancım, ışığım sensin; geceleyin kararım, neşem, uykum sen.
از مروت باشد ار شادم کنی ** وقت و بیوقت از کرم یادم کنی
Beni sevindir, vakitli vakitsiz kerem eder anarsın lûtfedersin.
در شبانروزی وظیفهی چاشتگاه ** راتبه کردی وصال ای نیکخواه
Ey iyiliğimi isteyen, buluşmak için yirmi dört saatte bir kuşluk çağını tâyin ettin.
پانصد استسقاستم اندر جگر ** با هر استسقا قرین جوع البقر 2690
Fakat ciğerim yanıyor, beş yüz kere susuzum, her susuzluğumda bir öküz açlığı var âdeta.
بینیازی از غم من ای امیر ** ده زکات جاه و بنگر در فقیر
Benim derdimden haberin bile yok. Mevkiinin zekâtını ver de bu yoksula bir bak.
این فقیر بیادب نا درخورست ** لیک لطف عام تو زان برترست
Bu bîedep yoksul, buna lâyık değil ama senin umumî lûtfun, bundan çok üstün.
مینجوید لطف عام تو سند ** آفتابی بر حدثها میزند
Herkese lûtfetmektesin. Lûtfetmen için bir lüzuma hacet yok. Güneş, pisliklere de vurur.
نور او را زان زیانی نابده ** وان حدث از خشکیی هیزم شده
Fakat nuruna bir ziyan gelmez. O pislik, onun hararetiyle kurur, odun haline gelir.
تا حدث در گلخنی شد نور یافت ** در در و دیوار حمامی بتافت 2695
Bu yüzden de bir külhana girer, nurlanır, hamamın kapısını duvarını kızdırır, parlatır.
بود آلایش شد آرایش کنون ** چون برو بر خواند خورشید آن فسون
Pisken bezenir, nurlanır. Çünkü güneş, ona öyle bir afsun okumuştur işte.
شمس هم معدهی زمین را گرم کرد ** تا زمین باقی حدثها را بخورد
Güneş yeryüzünün içini de kızdırır da artakalan pislikleri yer.
جزو خاکی گشت و رست از وی نبات ** هکذا یمحو الاله السیات
Bu pislikler, bu suretle toprağın cüzü olur, ondan otlar biter. İşte Tanrı da kötülükleri iyiliklere böyle çevirir.
با حدث که بترینست این کند ** کش نبات و نرگس و نسرین کند
Güneş en kötü şey olan pisliğe bunu yaparsa yeşilliklere, güllere, nergislere neler yapmaz?
تا به نسرین مناسک در وفا ** حق چه بخشد در جزا و در عطا 2700
Bir düşün, Tanrı da ibadet güllerine karşılık ne vefada bulunur, ne mükâfatlar verir, ne ihsanlar eder.
چون خبیثان را چنین خلعت دهد ** طیبین را تا چه بخشد در رصد
Kötülüklere böyle elbiseler verirse temizlere neler bağışlar?
آن دهد حقشان که لا عین رات ** که نگنجد در زبان و در لغت
Tanrı onlara gözlerin görmediği şeyler verir. Dile, lûgata sığmaz lûtuflar eder.
ما کییم این را بیا ای یار من ** روز من روشن کن از خلق حسن
Biz kimiz ki bu derece lûtfu hak edelim? Gel sevgili, güzel huyunla benim günümü de aydınlat.
منگر اندر زشتی و مکروهیم ** که ز پر زهری چو مار کوهیم
Çirkinliğime, kötülüğüme bakma. Dağdaki yılan gibi zehirlerle doluyum ben.