-
آن یکیی نه که عقلش فهم کرد ** فهم این موقوف شد بر مرگ مرد
- Bu birlik aklın alacağı şey değildir. Bunu anlamak, insanın ölümüne bağlıdır.
-
ور به عقل ادراک این ممکن بدی ** قهر نفس از بهر چه واجب شدی
- Eğer bu, akılla anlaşılsaydı, insanın nefsini öldürmesi neden vacip olurdu ki?
-
با چنان رحمت که دارد شاه هش ** بیضرورت چون بگوید نفس کش 2685
- Akıllar padişahı, bu kadar merhametliyken nasıl olur da zaruretsiz olarak insana “Kendini öldür” der?
-
مبالغه کردن موش در لابه و زاری و وصلت جستن از چغز آبی
- Farenin, kurbağaya pek çok yalvarması ve arada bir vasıta bulmak için sızlanması
-
گفت کای یار عزیز مهرکار ** من ندارم بیرخت یکدم قرار
- Fare dedi ki: Ey merhametli, sevgili dost, ben seni görmedikçe bir an bile karar edemiyorum.
-
روز نور و مکسب و تابم توی ** شب قرار و سلوت و خوابم توی
- Gündüzün nurum, kazancım, ışığım sensin; geceleyin kararım, neşem, uykum sen.
-
از مروت باشد ار شادم کنی ** وقت و بیوقت از کرم یادم کنی
- Beni sevindir, vakitli vakitsiz kerem eder anarsın lûtfedersin.
-
در شبانروزی وظیفهی چاشتگاه ** راتبه کردی وصال ای نیکخواه
- Ey iyiliğimi isteyen, buluşmak için yirmi dört saatte bir kuşluk çağını tâyin ettin.
-
پانصد استسقاستم اندر جگر ** با هر استسقا قرین جوع البقر 2690
- Fakat ciğerim yanıyor, beş yüz kere susuzum, her susuzluğumda bir öküz açlığı var âdeta.
-
بینیازی از غم من ای امیر ** ده زکات جاه و بنگر در فقیر
- Benim derdimden haberin bile yok. Mevkiinin zekâtını ver de bu yoksula bir bak.
-
این فقیر بیادب نا درخورست ** لیک لطف عام تو زان برترست
- Bu bîedep yoksul, buna lâyık değil ama senin umumî lûtfun, bundan çok üstün.
-
مینجوید لطف عام تو سند ** آفتابی بر حدثها میزند
- Herkese lûtfetmektesin. Lûtfetmen için bir lüzuma hacet yok. Güneş, pisliklere de vurur.
-
نور او را زان زیانی نابده ** وان حدث از خشکیی هیزم شده
- Fakat nuruna bir ziyan gelmez. O pislik, onun hararetiyle kurur, odun haline gelir.
-
تا حدث در گلخنی شد نور یافت ** در در و دیوار حمامی بتافت 2695
- Bu yüzden de bir külhana girer, nurlanır, hamamın kapısını duvarını kızdırır, parlatır.
-
بود آلایش شد آرایش کنون ** چون برو بر خواند خورشید آن فسون
- Pisken bezenir, nurlanır. Çünkü güneş, ona öyle bir afsun okumuştur işte.
-
شمس هم معدهی زمین را گرم کرد ** تا زمین باقی حدثها را بخورد
- Güneş yeryüzünün içini de kızdırır da artakalan pislikleri yer.
-
جزو خاکی گشت و رست از وی نبات ** هکذا یمحو الاله السیات
- Bu pislikler, bu suretle toprağın cüzü olur, ondan otlar biter. İşte Tanrı da kötülükleri iyiliklere böyle çevirir.
-
با حدث که بترینست این کند ** کش نبات و نرگس و نسرین کند
- Güneş en kötü şey olan pisliğe bunu yaparsa yeşilliklere, güllere, nergislere neler yapmaz?
-
تا به نسرین مناسک در وفا ** حق چه بخشد در جزا و در عطا 2700
- Bir düşün, Tanrı da ibadet güllerine karşılık ne vefada bulunur, ne mükâfatlar verir, ne ihsanlar eder.
-
چون خبیثان را چنین خلعت دهد ** طیبین را تا چه بخشد در رصد
- Kötülüklere böyle elbiseler verirse temizlere neler bağışlar?
-
آن دهد حقشان که لا عین رات ** که نگنجد در زبان و در لغت
- Tanrı onlara gözlerin görmediği şeyler verir. Dile, lûgata sığmaz lûtuflar eder.
-
ما کییم این را بیا ای یار من ** روز من روشن کن از خلق حسن
- Biz kimiz ki bu derece lûtfu hak edelim? Gel sevgili, güzel huyunla benim günümü de aydınlat.
-
منگر اندر زشتی و مکروهیم ** که ز پر زهری چو مار کوهیم
- Çirkinliğime, kötülüğüme bakma. Dağdaki yılan gibi zehirlerle doluyum ben.
-
ای که من زشت و خصالم جمله زشت ** چون شوم گل چون مرا او خار کشت 2705
- Ben çirkinim, huylarım da tamamı ile çirkin. Beni diken olarak dikti, artık ben nasıl gül olabilirim?
-
نوبهار حسن گل ده خار را ** زینت طاووس ده این مار را
- Dikene güldeki güzelliğin ilk baharını ver. Bu yılana tavus güzelliğini sen ihsan et.
-
در کمال زشتیم من منتهی ** لطف تو در فضل و در فن منتهی
- Çirkinliğin son derecesine varmışım ben. Fakat senin lûtfun da ihsan etmede son derecededir.