- 
		    گر بدی پرده ز غیر لبس او  ** پاره گشتی گر بدی کوه دوتو 
- Elbisesinden başka bir şeyden nikap yapsaydı sağlam ve yüce bir dağ olsa, hatta dağdan da sağlam bulunsa yine paramparça olurdu.
- 
		   ز آهنین دیوارها نافذ شدی  ** توبره با نور حق چه فن زدی    3080
- Tanrı nuru demir duvarlardan bile geçtikten sonra artık nikap ona ne yapabilir?
- 
		    گشته بود آن توبره صاحب تفی  ** بود وقت شور خرقهی عارفی 
- O nikap, hararetli bir ârifin coşkunluk zamanındaki hırkasına benziyordu âdeta.
- 
		    زان شود آتش رهین سوخته  ** کوست با آتش ز پیش آموخته 
- Kav, önce yakılır, alıştırılır da ondan sonra ateş alır.
- 
		    وز هوا و عشق آن نور رشاد  ** خود صفورا هر دو دیده باد داد 
- O doğru yolu gösteren nurun aşkıyla Safura, iki gözünü de yele verdi.
- 
		    اولا بر بست یک چشم و بدید  ** نور روی او و آن چشمش پرید 
- Önce bir gözünü kapatıp baktı, Musa’nın gözündeki nuru görünce o gözü uçtu, kör oldu.
- 
		   بعد از آن صبرش نماند و آن دگر  ** بر گشاد و کرد خرج آن قمر    3085
- Ondan sonra sabrı kalmadı, o gözünü de açıp baktı, öbür gözünü de o ayın uğruna harcadı.
- 
		    همچنان مرد مجاهد نان دهد  ** چون برو زد نور طاعت جان دهد 
- Savaş eri de önce yoksulara ekmek verir. Fakat ibadet nuru ona vurdu mu canını bağışlar.
- 
		    پس زنی گفتش ز چشم عبهری  ** که ز دستت رفت حسرت میخوری 
- Bir kadın Safura’ya, “O nergis gibi gözlerin elden gitti, acıklanıyor musun?” diye sordu.
- 
		    گفت حسرت میخورم که صد هزار  ** دیده بودی تا همیکردم نثار 
- Safura dedi ki: Yüz binlerce gözüm olsaydı da hepsini feda etseydim. Fakat ne fayda, yok ki! Buna acıklanıyorum.
- 
		    روزن چشمم ز مه ویران شدست  ** لیک مه چون گنج در ویران نشست 
- Göz pencerem, ayın nuru ile yıkıldı ama ay, define gibi bu yıkık yeri yurt edindi.
- 
		   کی گذارد گنج کین ویرانهام  ** یاد آرد از رواق و خانهام    3090
- Define, artık bu yıkık yurdu, ev mi, dam mı, düşünmeye vakit bırakır mı?
- 
		    نور روی یوسفی وقت عبور  ** میفتادی در شباک هر قصور 
- Yusuf sokaktan geçerken yüzünün nuru her evin kafesinden içeri vururdu.
- 
		    پس بگفتندی درون خانه در  ** یوسفست این سو به سیران و گذر 
- Evdekiler, Yusuf bir yere gidiyor yine derlerdi. 
- 
		    زانک بر دیوار دیدندی شعاع  ** فهم کردندی پس اصحاب بقاع 
- Köşede bucakta oturanlarda duvarda bir nur gördüler mi Yusuf’un geçtiğini anlarlardı.
- 
		    خانهای را کش دریچهست آن طرف  ** دارد از سیران آن یوسف شرف 
- O tarafa penceresi bulunan ev, Yusuf’un geçişişinden ululanır, şeref bulurdu.
- 
		   هین دریچه سوی یوسف باز کن  ** وز شکافش فرجهای آغاز کن    3095
- Hadi Yusuf’un geçeceği tarafa bir pencere aç da oraya otur, seyrine bak!
- 
		    عشقورزی آن دریچه کردنست  ** کز جمال دوست سینه روشنست 
- Âşık olmak, o yana bir pencere açmaktır. Çünkü gönül, dostun cemali ile aydınlanır.
- 
		    پس هماره روی معشوقه نگر  ** این به دست تست بشنو ای پدر 
- Şu halde daima sevgilinin yüzüne bak. Babacığım, dinle, bu senin elindedir.
- 
		    راه کن در اندرونها خویش را  ** دور کن ادراک غیراندیش را 
- Gönüllere girmeye yol bul, başkalarını düşünmeyi bırak.
- 
		    کیمیا داری دوای پوست کن  ** دشمنان را زین صناعت دوست کن 
- Kimya elinde, deriyi bununla tedavi et de bu sıfatla düşmanları kendine dost edin!
- 
		   چون شدی زیبا بدان زیبا رسی  ** که رهاند روح را از بیکسی    3100
- Güzelleştin mi o güzele ulaşırsın da o, ruhu kimsesizlikten kurtarır.
- 
		    پرورش مر باغ جانها را نمش  ** زنده کرده مردهی غم را دمش 
- Onun rutubeti can bahçelerini besler, yetiştirir. Soluğu gamdan ölmüş kişiyi diriltir.
- 
		    نه همه ملک جهان دون دهد  ** صد هزاران ملک گوناگون دهد 
- Yalnız aşağılık cihan saltanatını vermez, yüz binlerce çeşit çeşit saltanatlar bağışlar.
- 
		    بر سر ملک جمالش داد حق  ** ملکت تعبیر بیدرس و سبق 
- Tanrı, Yusuf’a güzellik saltanatını bağışlamakla beraber bir de ders vermeden, meşk etmeden rüya yorma saltanatını bağışlamıştı.