English    Türkçe    فارسی   

6
3120-3144

  • راند او کشتی ازین ساحل پریر  ** گشته بود آن خواجه زین غم‌خانه سیر  3120
  • Evvelsi gün, bu kıyıdan gemisini sürdü. O büyük zat, bu gam yurduna doymuştu zaten.
  • نعره‌ای زد مرد و بیهوش اوفتاد  ** گوییا او نیز در پی جان بداد 
  • Garip bunu duyunca bir nâra attı, kendisinden geçip gitti. Sanki o da, muhtesibin ardından can verdi.
  • پس گلاب و آب بر رویش زدند  ** همرهان بر حالتش گریان شدند 
  • Hemen yüzüne gül suyu serptiler, sular saçtılar. Yol arkadaşları, haline ağladılar.
  • تا به شب بی‌خویش بود و بعد از آن  ** نیم مرده بازگشت از غیب جان 
  • Adam, geceye kadar kendisine gelemedi, gece yarısında gayb âleminden canı geri geldi, yarı ölü bir halde ayıldı.
  • باخبر شدن آن غریب از وفات آن محتسب و استغفار او از اعتماد بر مخلوق و تعویل بر عطای مخلوق و یاد نعمتهای حق کردنش و انابت به حق از جرم خود ثم الذین کفروا بربهم یعدلون 
  • Garibin, muhtesibin ölümünü duyunca mahlûka dayandığından, mahlûkun ihsanına güvendiğinden dolayı tövbe etmesi ve Tanrı nimetlerini anarak suçundan vazgeçip Tanrı’ya yüz tutması. “ Kâfir olanlar, bu kadar nimetleri görürler de sonra yine rablerinden dönerler.”
  • چون به هوش آمد بگفت ای کردگار  ** مجرمم بودم به خلق اومیدوار 
  • Aklı başına gelince dedi ki: Yarabbi, suçluyum. Halka ümit bağladım.
  • گرچه خواجه بس سخاوت کرده بود  ** هیچ آن کفو عطای تو نبود  3125
  • Muhtesip cömertti ama cömertlikte hiç de senin eşin olamaz.
  • او کله بخشید و تو سر پر خرد  ** او قبا بخشید و تو بالا و قد 
  • O külâh bağışlar, sen, akılla dolu baş verirsin. O kaftan verir, sen boy pos ihsan edersin.
  • او زرم داد و تو دست زرشمار  ** او ستورم داد و تو عقل سوار 
  • O altın verir bana, sen altın sayan el. O katır verir bana sen ona binecek akıl.
  • خواجه شمعم دادو تو چشم قریر  ** خواجه نقلم داد و تو طعمه‌پذیر 
  • O bana ışık verir, sen aydın göz. O meze verir, sen onu yiyecek kabiliyet.
  • او وظیفه داد و تو عمر و حیات  ** وعده‌اش زر وعده‌ی تو طیبات 
  • O maaş verir, sen ömür ve yaşayış. Onun vaat ettiği şey altındır, senin vaat ettiğin, temiz şeyler.
  • او وثاقم داد و تو چرخ و زمین  ** در وثاقت او و صد چون او سمین  3130
  • O oda verir, sen gök ve yer verirsin. Senin verdiğin sahada onun gibi yüzlercesi yaşar, semirir.
  • زر از آن تست زر او نافرید  ** نان از آن تست نان از تش رسید 
  • Altın senindir, altını o yaratmada. Ekmek senindir, ekmeği sen bağışlarsın.
  • آن سخا و رحم هم تو دادیش  ** کز سخاوت می‌فزودی شادیش 
  • Ona cömertliği merhameti veren de sensin. Cömertlik ederde neşelenir; bu neşeyi, bu sevinci veren de sensin.
  • من مرورا قبله‌ی خود ساختم  ** قبله‌ساز اصل را انداختم 
  • Ben onu kendime kıble edindim de asıl kıble edilecek makamı bıraktım.
  • ما کجا بودیم کان دیان دین  ** عقل می‌کارید اندر آب و طین 
  • O din Tanrısı aklı, suyla topraktan karılmış balçığa ekerken biz neredeydik?
  • چون همی کرد از عدم گردون پدید  ** وین بساط خاک را می‌گسترید  3135
  • Gökyüzünü yokluktan meydana getirdi, bu yer döşemesini de yaptı döşedi.
  • ز اختران می‌ساخت او مصباح‌ها  ** وز طبایع قفل با مفتاح‌ها 
  • Yıldızlardan kandiller yaptı, tabiatlardan kilitler ve anahtarlar.
  • ای بسا بنیادها پنهان و فاش  ** مضمر این سقف کرد و این فراش 
  • Nice gizli, aşikâr yapıları şu tavanla şu döşemenin içine koydu, gizledi.
  • آدم اصطرلاب اوصاف علوست  ** وصف آدم مظهر آیات اوست 
  • İnsan, yücelikler vasıflarının usturlabıdır. İnsan sıfatı onun âyetlerine mazhardır.
  • هرچه در وی می‌نماید عکس اوست  ** هم‌چو عکس ماه اندر آب جوست 
  • İnsanda ne görürsen onun aksidir. Irmak suyuna akseden ay gibi hani.
  • بر صطرلابش نقوش عنکبوت  ** بهر اوصاف ازل دارد ثبوت  3140
  • Usturlabında örümcek ağı gibi nakışlar vardır, ezel vasıfları onlarla anlaşılır bilinir.
  • تا ز چرخ غیب وز خورشید روح  ** عنکبوتش درس گوید از شروح 
  • O usturlabın üstündeki ankebut, gayb göğü ile ruh güneşine ait şerhlerde bulunur, dersler verir.
  • عنکبوت و این صطرلاب رشاد  ** بی‌منجم در کف عام اوفتاد 
  • Bu doğruyu bulan usturlapla ankebut, halkın eline müneccimsiz düşmüştür.
  • انبیا را داد حق تنجیم این  ** غیب را چشمی بباید غیب‌بین 
  • Tanrı bu yıldız bilgisini peygamberlere vermiştir. Gaybı görmek için o âlemi görebilen bir göz gerek.
  • در چه دنیا فتادند این قرون  ** عکس خود را دید هر یک چه درون 
  • Zamanlarca gelip geçen şu insanlar, dünya kuyusuna düşmüşlerdir. Her biri, kuyunun içinde kendi aksini görmüştür.