-
خلق زشتت اندرو رویت نمود ** که ترا او صفحهی آیینه بود
- Sendeki çirkin huy, onda göründü. Çünkü o, sana bir aynadır âdeta.
-
چونک قبح خویش دیدی ای حسن ** اندر آیینه بر آیینه مزن
- Güzelim aynada çirkinliğini görünce aynaya saldırma.
-
میزند بر آب استارهی سنی ** خاک تو بر عکس اختر میزنی 3155
- Mesela yüce yıldız, suya vurur. Sen de yıldızın aksine toprak atarsın.
-
کین ستارهی نحس در آب آمدست ** تا کند او سعد ما را زیردست
- Bir kutsuz yıldız bizim kutluluğumuzu alt etmek için suya geldi mi dersin.
-
خاک استیلا بریزی بر سرش ** چونک پنداری ز شبهه اخترش
- O aksi, yıldız sanır, kapansın diye üstüne toprak atar durursun.
-
عکس پنهان گشت و اندر غیب راند ** تو گمان بردی که آن اختر نماند
- Akis gizlenir, gayb âlemine gider. Sanırsın ki yıldız da söndü.
-
آن ستارهی نحس هست اندر سما ** هم بدان سو بایدش کردن دوا
- O kutsuz yıldız, gökyüzündedir. Başını o tarafa kaldırmak lâzım.
-
بلک باید دل سوی بیسوی بست ** نحس این سو عکس نحس بیسو است 3160
- Hattâ gönlü, mekânsızlık mekânına bağlamak gerek. Burada zuhur eden yomsuzluk, o mekânsızlık âleminin bir aksinden ibarettir.
-
داد داد حق شناس و بخششش ** عکس آن دادست اندر پنج و شش
- Vergiyi Tanrı vergisi, ihsanı Tanrı ihsanı bil. Çünkü bu aksi, beş duygu âlemiyle altı cihet âlemine veren odur.
-
گر بود داد خسان افزون ز ریگ ** تو بمیری وآن بماند مردریگ
- Aşağılık kimselerin ihsanı, kumdan artık bile olsa yine sen ölürsün, o vergiler senden arda kalır.
-
عکس آخر چند پاید در نظر ** اصل بینی پیشه کن ای کژنگر
- Akis, gözde ne kadar kalabilir ki? Ey eğri gören, aslı görmeyi kendine hüner yap.
-
حق چو بخشش کرد بر اهل نیاز ** با عطا بخشیدشان عمر دراز
- Tanrı, yalvarıp yakaranlara ihsanda bulundu mu onlara ihsan ettiği şeylerle beraber uzun bir ömür bağışlar.
-
خالدین شد نعمت و منعم علیه ** محیی الموتاست فاجتازوا الیه 3165
- Nimeti de ebedîdir onun, nimet ettiği de ebedîlik verir. O, ölüleri bile diriltir, ona baş vurun!
-
داد حق با تو در آمیزد چو جان ** آنچنان که آن تو باشی و تو آن
- Tanrı, lûtfetti mi o lûtuf, can gibi sana karışır, seninle bir olur. Âdeta sen o olursun, o, sen olur.
-
گر نماند اشتهای نان و آب ** بدهدت بی این دو قوت مستطاب
- Sende ekmek ve suya iştah yoksa bu ikisi de olmaksızın sana tertemiz bir rızk verir yine.
-
فربهی گر رفت حق در لاغری ** فربهی پنهانت بخشد آن سری
- Semizliğin gittiyse Tanrı, gayb âleminden lûtfeder, sana zayıflıkta bir gizli semizlik, şişmanlık verir.
-
چون پری را قوت از بو میدهد ** هر ملک را قوت جان او میدهد
- O peri ve cine kokuyu gıda etmiş, meleklere can gıdası vermiştir.
-
جان چه باشد که تو سازی زو سند ** حق به عشق خویش زندهت میکند 3170
- Can nedir ki ona dayanıyorsun? Tanrı kendi aşkı ile seni diriltir.
-
زو حیات عشق خواه و جان مخواه ** تو ازو آن رزق خواه و نان مخواه
- Ondan aşk diriliği iste, can isteme. O rızkı iste, ekmek dileme.
-
خلق را چون آب دان صاف و زلال ** اندر آن تابان صفات ذوالجلال
- Halkı su gibi arı duru bil. O suya akseden, ululuk ıssı Tanrı’nın sıfatlarıdır.
-
علمشان و عدلشان و لطفشان ** چون ستارهی چرخ در آب روان
- Onların bilgileri, adaletleri, lûtufları akar suya aksetmiş yıldıza benzer.
-
پادشاهان مظهر شاهی حق ** فاضلان مرآت آگاهی حق
- Padişahlar, Tanrı saltanatına mazhardır; bilgi sahipleri, Tanrı bilgisinin aynasıdır.
-
قرنها بگذشت و این قرن نویست ** ماه آن ماهست آب آن آب نیست 3175
- Zamanlar geçti gitti. Bu yeni bir zaman. Ay, o ay ama su, o su değil.
-
عدل آن عدلست و فضل آن فضل هم ** لیک مستبدل شد آن قرن و امم
- Adalet, o adalet. Bilgi de, o bilgi. Fakat o zamanlarda gelip geçen ümmetler, geldiler geçtiler.
-
قرنها بر قرنها رفت ای همام ** وین معانی بر قرار و بر دوام
- Ey akıllı er, zamanlar, zamanların üstüne geldi; hepsi be birer birer bir teviye gelip geçti. Fakat şu mânalar, daimi ve hep o.