-
خواجه را از چشم ابلیس لعین ** منگر و نسبت مکن او را به طین
- Ona melun iblisin gözü ile bakma, onu toprağa mensup sayma.
-
همره خورشید را شبپر مخوان ** آنک او مسجود شد ساجد مدان
- Güneşle yoldaş olana yarasa deme. Kendisine secde edileni secde eder bilme.
-
عکسها را ماند این و عکس نیست ** در مثال عکس حق بنمودنیست 3190
- Bu da akislere benzer ama akis değildir. Akis suretinde Tanrı’nın görünüşüdür bu.
-
آفتابی دید او جامد نماند ** روغن گل روغن کنجد نماند
- O, bir güneş görmüştür, cansız ve donmuş bir halde kalmamıştır. Şırlağan yağı, gül yağı olmuştur; şırlağan yağı kalmamıştır.
-
چون مبدل گشتهاند ابدال حق ** نیستند از خلق بر گردان ورق
- Tanrı Abdâl’i de, fâni varlıklarını değiştirdiler mi artık halktan değildirler, çevir bu yaprağı.
-
قبلهی وحدانیت دو چون بود ** خاک مسجود ملایک چون شود
- Birlik kıblesi, nasıl olur da iki olur? Toprak, nasıl olur da meleklerin secde ettikleri bir şey olabilir?
-
چون درین جو دیدعکس سیب مرد ** دامنش را دید آن پر سیب کرد
- Adam, bu ırmakta elma aksini gördü ama bu görüşü de, eteğini elmayla doldurdu.
-
آنچ در جو دید کی باشد خیال ** چونک شد از دیدنش پر صد جوال 3195
- Bu görüşü, yüzlerce çuvalı elmayla doldurdu. Artık, ırmakta gördüğü, nasıl olur da hayal olur?
-
تن مبین و آن مکن کان بکم و صم ** کذبوا بالحق لما جائهم
- Ten görme de o sağır ve dilsizler gibi kendilerine doğru bir şey söylenince inkâr edenlerden olma.
-
ما رمیت اذ رمیت احمد بدست ** دیدن او دیدن خالق شدست
- O zat, “Attığın vakit sen atmadın, Tanrı attı” sırrına mazhar olmuştur. Onun gürüşü, Tanrı görüşüdür.
-
خدمت او خدمت حق کردنست ** روز دیدن دیدن این روزنست
- Ona hizmet Tanrı’ya hizmettir. Gündüzü görmek, bu pencereyi görmektir.
-
خاصه این روزن درخشان از خودست ** نی ودیعهی آفتاب و فرقدست
- Hele şu pencere yok mu? O, kendinden parlamadadır. Ondaki nur, güneşin, yahut Ferkad yıldızının eğreti nuru değildir.
-
هم از آن خورشید زد بر روزنی ** لیک از راه و سوی معهود نی 3200
- O pencereye vuran nur da yine o güneştendir ama bilinen yoldan, bilinen taraftan gelmemiştir o.
-
در میان شمس و این روزن رهی ** هست روزنها نشد زو آگهی
- Bu pencereyle güneş arasında öyle bir yol vardır ki başka pencereler, o yolu bilmez.
-
تا اگر ابری بر آید چرخپوش ** اندرین روزن بود نورش به جوش
- Bir bulut gelse de güneşi örtse güneşin nuru bu pencereden köpürür, çağlar.
-
غیر راه این هوا و شش جهت ** در میان روزن و خور مالفت
- Bu pencereyle güneş arasında şu havayla altı cihetten başka bir yoldan bir ülfet, bir ünsiyet vardır.
-
مدحت و تسبیح او تسبیح حق ** میوه میروید ز عین این طبق
- Onu övmek, onu tesbih etmek, Tanrı’yı övmek, Tanrı’yı tesbih etmektir. Bu tabağın meyvesi, kendiliğinden biter.
-
سیب روید زین سبد خوش لخت لخت ** عیب نبود گر نهی نامش درخت 3205
- Bu sebepten salkım salkım elmalar biter. Bu sepete ağaç adını taksan hiç yanlış olmaz.
-
این سبد را تو درخت سیب خوان ** که میان هر دو راه آمد نهان
- Bu sepete elma ağacı de. İkisinin arasında gizli bir yol var zaten.
-
آنچ روید از درخت بارور ** زین سبد روید همان نوع از ثمر
- Meyve veren bir ağaçtan ne biterse aynen bu sepetten de biter, bu sepet de o çeşit meyveleri verir.
-
پس سبد را تو درخت بخت بین ** زیر سایهی این سبد خوش مینشین
- Şu halde artık sepeti baht ağacı gör de bu sepetin gölgesinde bir hoşça otur.
-
نان چو اطلاق آورد ای مهربان ** نان چرا میگوییش محموده خوان
- Ekmek, insana mülâyemet verince ey sevgili dost, artık neden ona ekmek dersin? Mahmude de.
-
خاک ره چون چشم روشن کرد و جان ** خاک او را سرمه بین و سرمه دان 3210
- Yoldaki toprak göze ve cana parlaklık verirse o toprağı sürme gör, sürme bil.
-
چون ز روی این زمین تابد شروق ** من چرا بالا کنم رو در عیوق
- O nur, bu topraktan çıkıp parlarken artık ben ne diye başımı göğe kaldırayım?
-
شد فنا هستش مخوان ای چشمشوخ ** در چنین جو خشک کی ماند کلوخ
- O yok oldu, ey küstâh, ona var deme. Böyle bir ırmakta hiç kuru toprak kalır mı?