-
میربودی رنگ او هر دیده را ** مرحب آن از برق و مه زاییده را
- Rengi her gözü alıyordu. Sanki şimşekten aydan doğmuştu, ne de güzeldi ya!
-
همچو مه همچون عطارد تیزرو ** گوییی صرصر علف بودش نه جو
- Ay gibi, Utarit gibi hızlı gitmekteydi. Sanki arpa yememişti, kasırgayla beslenmişti.
-
ماه عرصهی آسمان را در شبی ** میبرد اندر مسیر و مذهبی
- Ay bir gece içinde gök sahasını yürür, aşar.
-
چون به یک شب مه برید ابراج را ** از چه منکر میشوی معراج را
- Ay bir gece içinde burçları dönüp dolaşıyor. Peki neden miracı inkar ediyorsun öyleyse?
-
صد چو ماهست آن عجب در یتیم ** که به یک ایماء او شد مه دو نیم 3445
- O eşi bulunmaz tek inci yüzlerce aya bedeldir. Bir işaretiyle ay ikiye bölündü.
-
آن عجب کو در شکاف مه نمود ** هم به قدر ضعف حس خلق بود
- Şaşılacak şey şu ki ayı yardı ama halkın duyguları zayıf olduğu için bu kadarcık bir mucize gösterdi.
-
کار و بار انبیا و مرسلون ** هست از افلاک و اخترها برون
- Yoksa peygamberlerle Tanrı rasullerinin işleri güçleri göklerden de dışarıdır yıldızlardan da.
-
تو برون رو هم ز افلاک و دوار ** وانگهان نظاره کن آن کار و بار
- Feleklerden, şu dönen göklerden dışarı çık da onların işlerini, güçlerini seyret.
-
در میان بیضهای چون فرخها ** نشنوی تسبیح مرغان هوا
- Sen yumurtada ki kuş yavrusu gibisin. Havadaki kuşların tespihlerini duymazsın.
-
معجزات اینجا نخواهد شرح گشت ** ز اسپ و خوارمشاه گو و سرگذشت 3450
- Mucizeler burada anlatılamaz. Sen yine atla Harzemşah’ın hikayesini anlat.
-
آفتاب لطف حق بر هر چه تافت ** از سگ و از اسپ فر کهف یافت
- Köpek olsun, at olsun; Tanrı güneşinin lütfu neye vurursa onu, Ashabı Kehf’in köpeğine döndürür.
-
تاب لطفش را تو یکسان هم مدان ** سنگ را و لعل را داد او نشان
- Sonra onun lütfunun vuruşunu da bir sanma. Taşa da vurmuştur, laale de.
-
لعل را زان هست گنج مقتبس ** سنگ را گرمی و تابانی و بس
- Laal, ondan bir define elde etmiştir, taşsa yalnız bir hararet ve bir parlaklık.
-
آنک بر دیوار افتد آفتاب ** آنچنان نبود کز آب و اضطراب
- Güneş duvara da vurur. Fakat suya vurduğu gibi görünmez, parlamaz, ona bir şey vurmaz ve üstünde bir şey titremez.
-
چون دمی حیران شد از وی شاه فرد ** روی خود سوی عماد الملک کرد 3455
- O tek bir padişah bir ümmet ata hayran, hayran baktı sonra yüzünü imadülmülk ’e döndürüp,
-
کای اچی بس خوب اسپی نیست این ** از بهشتست این مگر نه از زمین
- Ey büyük adam dedi. Güzel bir at değil mi? Sanki yeryüzünden değil de cennetten gelmiş!
-
پس عماد الملک گفتش ای خدیو ** چون فرشته گردد از میل تو دیو
- İmadülmülk dedi ki: Padişahım, gönlünün akışı sana şeytanı melek gibi göstermede.
-
در نظر آنچ آوری گردید نیک ** بس گش و رعناست این مرکب ولیک
- İyice dikkat edersen görürsün: Pek güzel, pek dilber bu at ama,
-
هست ناقص آن سر اندر پیکرش ** چون سر گاوست گویی آن سرش
- Bedenine göre başı kusurlu. Başı adeta öküz başına benziyor.
-
در دل خوارمشه این دم کار کرد ** اسپ را در منظر شه خوار کرد 3460
- Bu söz, Harzemşah’ın gönlüne tesir etti. At gözünden düştü.
-
چون غرض دلاله گشت و واصفی ** از سه گز کرباس یابی یوسفی
- Bir alım satımda garaz, vasıta olur, satılan şeyi o överse bir Yusuf’u, üç arşın beze alırsın.
-
چونک هنگام فراق جان شود ** دیو دلال در ایمان شود
- Can verme çağında da şeytan, vasıtalık eder, senden iman incisi alır.
-
پس فروشد ابله ایمان را شتاب ** اندر آن تنگی به یک ابریق آب
- Ahmak derhal o sıkışık zamanda bir ibrik suya imanını satıverir.
-
وان خیالی باشد و ابریق نی ** قصد آن دلال جز تخریق نی
- Halbuki o su ibriği değildir, bir hayalden ibarettir. O vasıtalık eden ibrik, ancak bir hile peşindedir. Bir kötülük yapmak ister.
-
این زمان که تو صحیح و فربهی ** صدق را بهر خیالی میدهی 3465
- Şimdi sağlam ve semizken bile doğru şeyi bir hayal için verip duruyorsun.