-
لا تطرق فی هواک سل سبیل ** من جناب الله نحو السلسبیل
- Heva ve hevesine uyup dolaşma. Bırak o yolu. Tanrı kapısına, selsebil ırmağına doğru gel.
-
لا تکن طوع الهوی مثل الحشیش ** ان ظل العرش اولی من عریش
- Heva ve hevese uyup ot gibi yelin geldiği tarafa eğilme. Şüphe yok arş gölgesi, çerden çöpten yapılma kulübelerden yeğdir.
-
گفت سلطان اسپ را وا پس برید ** زودتر زین مظلمه بازم خرید
- Padişah, atı görürsün, sahibine verin. Tez beni bu günahtan kurtarın dedi.
-
با دل خود شه نفرمود این قدر ** شیر را مفریب زین راس البقر 3505
- Fakat kendi kendine şu kadarcık bile söyleyemedi: Aslanı bu öküz başıyla aldatma.
-
پای گاو اندر میان آری ز داو ** رو ندوزد حق بر اسپی شاخ گاو
- Hileyle ortaya öküz ayağını getirmedesin. Yürü, Tanrı ata öküz boynuzunu vermez.
-
بس مناسب صنعتست این شهره زاو ** کی نهد بر جسم اسپ او عضو گاو
- Bu şöhret sahibi mimar, sanatını uygun yapar. Hiç atın bedenine öküz azası koyar mı?
-
زاو ابدان را مناسب ساخته ** قصرهای منتقل پرداخته
- Mimar, bedenleri uygun yaratmıştır. Köşkleri, bir yerden bir yere götürülür bir tarz da kurmuştur.
-
در میان قصرها تخریجها ** از سوی این سوی آن صهریجها
- Köşklerin arasına balkonlar çıkarmış, bir taraftan öbür tarafa sarnıçlar açmıştır.
-
وز درونشان عالمی بیمنتها ** در میان خرگهی چندین فضا 3510
- İçlerinde sonsuz bir âlem vardır.Bir kara çadıra bunca boşluğu sığdırmıştır.
-
گه چو کابوسی نماید ماه را ** گه نماید روضه قعر چاه را
-
قبض و بسط چشم دل از ذوالجلال ** دم به دم چون میکند سحر حلال
- Gönül gözü, ululuk ıssı Tanrı’dan daima halden hale dönmekte, daima sihri helâle uğramakta bulunduğundan
-
زین سبب درخواست از حق مصطفی ** زشت را هم زشت و حق را حقنما
- Mustafa, Tanrı’dan çirkini çirkin, hakkı hak olarak göstermesini diledi.
-
تا به آخر چون بگردانی ورق ** از پشیمانی نه افتم در قلق
- İşin sonunda yaprağı döndürdüğün zaman pişmanlıktan ıstıraba düşmeyeyim dedi.
-
مکر که کرد آن عماد الملک فرد ** مالک الملکش بدان ارشاد کرد 3515
- O eşsiz İmadülmülk ’ü de yaptığı o hileye sevk eden, yine saltanat sahibi Tanrı’ydı.
-
مکر حق سرچشمهی این مکرهاست ** قلب بین اصبعین کبریاست
- Tanrı hilesi, bu hilelerin kaynağıdır. “ Kâlb, ulu Tanrı’nın iki parmağı arasındadır.”
-
آنک سازد در دلت مکر و قیاس ** آتشی داند زدن اندر پلاس
- Gönlüne hile ve kıyası veren Tanrı, hırkanı ateşe vermeyi de bilir.
-
رجوع کردن به قصهی آن پایمرد و آن غریب وامدار و بازگشتن ایشان از سر گور خواجه و خواب دیدن پایمرد خواجه را الی آخره
- Kethüda ile borçlu garip hikâyesi. Onların, muhtesibin mezarından dönmeleri ve Kethüdanın, o zatı rüyasında görmesi
-
بینهایت آمد این خوش سرگذشت ** چون غریب از گور خواجه باز گشت
- Bu güzel hikâyenin de bir türlü sonu gelmiyor. Garip, o zatın mezarından dönünce
-
پای مردش سوی خانهی خویش برد ** مهر صد دینار را فا او سپرد
- Kethüda, onu kendi evine götürdü. O yüz altını, ondan mühürlü bir kâğıt alıp kendisine teslim etti.
-
لوتش آورد و حکایتهاش گفت ** کز امید اندر دلش صد گل شکفت 3520
- Yemek çıkardı,hikâyeler söyledi. Adamcağızın gönlünde yüzlerce ümit gülü açıldı.
-
آنچ بعد العسر یسر او دیده بود ** با غریب از قصهی آن لب گشود
- Kolaylığın, güçlükten sonra geldiğini görmüştü. Garibe buna ait hikâyeler anlattı.
-
نیمشب بگذشت و افسانه کنان ** خوابشان انداخت تا مرعای جان
- Vakit gece yarısını bile geçti. Hikaâye söylerler, konuşup dururlarken uyku, onları aldı, ta can otlağına kadar götürdü.
-
دید پامرد آن همایون خواجه را ** اندر آن شب خواب بر صدر سرا
- Kethüda rüyasında o kutlu muhtesibi gördü. Odanın baş köşesine geçmiş oturuyordu.
-
خواجه گفت ای پایمرد با نمک ** آنچ گفتی من شنیدم یک به یک
- Ona dedi ki: “ Ey iyi ve şirin Kethüda, neler söylediysen hepsini bir, bir işittim, duydum.
-
لیک پاسخ دادنم فرمان نبود ** بیاشارت لب نیارستم گشود 3525
- Fakat cevap vermeme izin yoktu. İzinsiz ağız açamam ki.
-
ما چو واقف گشتهایم از چون و چند ** مهر با لبهای ما بنهادهاند
- Biz, işlerin gidişatını öğrenmiş olduğumuzdan ağızlarımızı mühürlediler.