-
عزم ره کردند آن هر سه پسر ** سوی املاک پدر رسم سفر 3630
- O üç oğlan da babalarının ülkesinde seyahate çıkmayı kurdular.
-
در طواف شهرها و قلعههاش ** از پی تدبیر دیوان و معاش
- Divan ve geçim işlerini düzene koymak üzere babalarının şehirlerini kalelerini gezip dolaşacaklardı.
-
دستبوس شاه کردند و وداع ** پس بدیشان گفت آن شاه مطاع
- Padişahın elini öpüp vedalaştılar. O emrine itaat edilir padişah onlara dedi ki:
-
هر کجاتان دل کشد عازم شوید ** فی امان الله دست افشان روید
- “ Gönlünüz nereye isterse varın. Allah’a emanet. Elinizi, kolunuzu sallaya, sallaya gidin.
-
غیر آن یک قلعه نامش هشربا ** تنگ آرد بر کلهداران قبا
- Yalnız “ Hüş-rüba- Akıl kapan” derler bir kale vardır. Orada nice erlerin kaftanı, bedenine dar gelir. Sakın oraya gitmeyin.
-
الله الله زان دز ذات الصور ** دور باشید و بترسید از خطر 3635
- Allah aşkına olsun sakın “ Zatüssuver- Resimli “ denen kaleye varmayın. Oradan uzak olun, tehlikeden korkun.
-
رو و پشت برجهاش و سقف و پست ** جمله تمثال و نگار و صورتست
- O kalenin yüzü, arka tarafı, burçları tavanı döşemesi hep insan resimleriyle bezenmiştir.
-
همچو آن حجرهی زلیخا پر صور ** تا کند یوسف بناکامش نظر
- Yusuf, dalıp baksın diye Zeliha da odasını resimlerle bezemişti ya hani.
-
چونک یوسف سوی او میننگرید ** خانه را پر نقش خود کرد آن مکید
- Yusuf, ona bakmadığından o da hileye başvurmuş, odayı kendi resimleriyle doldurmuştu.
-
تا به هر سو که نگرد آن خوشعذار ** روی او را بیند او بیاختیار
- Güzel yüzlü Yusuf, nereye bakarsa elinde olmaksızın onun yüzünü görsün diye böyle yapmıştı.
-
بهر دیدهروشنان یزدان فرد ** شش جهت را مظهر آیات کرد 3640
- Tanrı da gözü aydınlar için altı tarafı da delillerine mazhar etti.
-
تا بهر حیوان و نامی که نگزند ** از ریاض حسن ربانی چرند
- Her hayvan, her bitki, nereye baksa; nereye varsa; Tanrı güzelliğini görsün; ondan gıdalansın dedi.
-
بهر این فرمود با آن اسپه او ** حیث ولیتم فثم وجهه
- Onun için o oraya “ Nereye dönersiniz Tanrı yüzü var” buyurdu.
-
از قدحگر در عطش آبی خورید ** در درون آب حق را ناظرید
- Susar da bir bardaktan su bile içersiniz suyun içinde Tanrıya bakmaktasınız.
-
آنک عاشق نیست او در آب در ** صورت صورت خود بیند ای صاحببصر
- Fakat âşık olmayan suya bakar da suyun içinde kendi yüzünü görür ey gözü açık er!
-
صورت عاشق چو فانی شد درو ** پس در آب اکنون کرا بیند بگو 3645
- Ama âşıkın sureti, Tanrı’da fani olursa söyle bakalım, suda kimin suretini görür?
-
حسن حق بینند اندر روی حور ** همچو مه در آب از صنع غیور
- Güneşte Tanrı güzelliğini görür âşıklar. Gayret sahibi Tanrı’nın sanatıyla nasıl ay, suya vurur da suda görünürse güneşte de hak görünür.
-
غیرتش بر عاشقی و صادقیست ** غیرتش بر دیو و بر استور نیست
- Fakat Tanrı’nın bu gayreti, âşık ve sadık kişileredir, şeytanla hayvana tecelli etmez o.
-
دیو اگر عاشق شود هم گوی برد ** جبرئیلی گشت و آن دیوی بمرد
- Şeytan bile âşık olsa topu çeler. Bir cebrail kesilir, şeytanlığı ölür.
-
اسلم الشیطان آنجا شد پدید ** که یزیدی شد ز فضلش بایزید
- Bu makamda “ Şeytanım, benim elimde Müslüman oldu” sırrı belirir. Yezid’lik Tanrı ihsanıyla kalmaz, Yezit, Bayazıt olur.
-
این سخن پایان ندارد ای گروه ** هین نگه دارید زان قلعه وجوه 3650
- Ey kavim bu sözün sonu gelmez. Siz, o kaleye insan resimlerinden sakının!
-
هین مبادا که هوستان ره زند ** که فتید اندر شقاوت تا ابد
- Olmaya ki heves yolunuzu kessin, ebedî bir kötülüğe düşesiniz.
-
از خطر پرهیز آمد مفترض ** بشنوید از من حدیث بیغرض
- Tehlikeden sakınmak farzdır. Benden bu garezsiz sözü duyun!
-
در فرج جویی خرد سر تیز به ** از کمینگاه بلا پرهیز به
- Kurtuluş arıyorsan aklın sağlam ve keskin olması, belâ pususundan çekinmek yeğdir.”
-
گر نمیگفت این سخن را آن پدر ** ور نمیفرمود زان قلعه حذر
- Babaları bu sözleri söylemeseydi, o kaleden çekinin demeseydi.