-
این سخن پایان ندارد آن گروه ** صورتی دیدند با حسن و شکوه 3760
- Bu söze son yoktur. Şehzadeler, kalede pek güzel pek alımlı bir resim gördüler.
-
خوبتر زان دیده بودند آن فریق ** لیک زین رفتند در بحر عمیق
- Bundan daha güzel kız görmüşlerdi ama bu resmi görünce derin bir denize daldılar sanki.
-
زانک افیونشان درین کاسه رسید ** کاسهها محسوس و افیون ناپدید
- Çünkü onlara bu kase içinde afyon verilmişti bir kere. Kaseler görünür de o afyon görünmez.
-
کرد فعل خویش قلعهی هشربا ** هر سه را انداخت در چاه بلا
- Hüş-Rüba kalesi, yapacağını yaptı. Her üçünü de bela kuyusuna attı.
-
تیر غمزه دوخت دل را بیکمان ** الامان و الامان ای بیامان
- Bakış oku yaysız olarak gönüle geldi saplandı. Ey aman bilmez aman, aman!
-
قرنها را صورت سنگین بسوخت ** آتشی در دین و دلشان بر فروخت 3765
- Eski zamanlarda gelip geçmiş nice ümmetleri taştan suret yaktı yandırdı.
-
چونک روحانی بود خود چون بود ** فتنهاش هر لحظه دیگرگون بود
- Dinlerine de ateş saldı. Gönüllerine de.
-
عشق صورت در دل شهزادگان ** چون خلش میکرد مانند سنان
- Artık bu suret canlı olursa nasıl olur neler yapmaz o? Fitnesi her an bir başka çeşittir onun.
-
اشک میبارید هر یک همچو میغ ** دست میخایید و میگفت ای دریغ
- Suret aşkı Şehzadelerin gönlüne mızrak gibi battı. Her biri bulut gibi gözyaşları döküyor, elini dişliyor, yazık diyordu.
-
ما کنون دیدیم شه ز آغاز دید ** چندمان سوگند داد آن بیندید
- Padişahın önceden gördüğünü biz şimdi gördük. O eşsiz padişah bize ne kadar antlar verdi.
-
انبیا را حق بسیارست از آن ** که خبر کردند از پایانمان 3770
- Peygamberlerin bu yüzden bizim üstümüzde çok hakkı vardır. Onlar bizim sonumuzdan haber vermişlerdir.
-
کاینچ میکاری نروید جز که خار ** وین طرف پری نیابی زو مطار
- Ektiğin tohumdan ancak diken biter, bu tarafa doğru uçarsan buradan öteye yol yoktur, başka uçacak yer bulamazsın.
-
تخم از من بر که تا ریعی دهد ** با پر من پر که تیر آن سو جهد
- Tohumu benden al ki mahsül versin. Benim kanadımla uç ki ok, o tarafa fırlasın gitsin.
-
تو ندانی واجبی آن و هست ** هم تو گویی آخر آن واجب بدست
- Sen onun mutlaka var olduğunu, varlığının vacip bulunduğunu bilmezsin ama sonunda yine dersin ki hakikaten varlığı vacipmiş.
-
او توست اما نه این تو آن توست ** که در آخر واقف بیرونشوست
- O hakikatte sensin, fakat sonunda hakiki varlığı anlayıp terk edeceğin bu mevhum senliğin o değildir ha!
-
توی آخر سوی توی اولت ** آمدست از بهر تنبیه و صلت 3775
- Bu sonraki varlığın, seni evvelki ve hakiki varlığa ulaştırmak ve böyle bir varlığın olduğunu bildirmek için gelmiş asılsız bir varlıktır.
-
توی تو در دیگری آمد دفین ** من غلام مرد خودبینی چنین
- Senin senliğinde başka bir sen gizlidir. Bu varlıkla var olup kendini gören kişiye kurban olayım ben.
-
آنچ در آیینه میبیند جوان ** پیر اندر خشت بیند بیش از آن
- Gencin aynada gördüğünü ihtiyar, ondan önce kerpiçte görür.
-
ز امر شاه خویش بیرون آمدیم ** با عنایات پدر یاغی شدیم
- Biz padişahımızın buyruğundan dışarı çıktık. Babamızın lütuflarına nankörlük ettik.
-
سهل دانستیم قول شاه را ** وان عنایتهای بی اشباه را
- Onun sözünü ehemmiyetsiz bulduk, onun eşsiz inayetlerini mühimsemedik.
-
نک در افتادیم در خندق همه ** کشته و خستهی بلا بی ملحمه 3780
- İşte şimdilik hepimiz de hendeğe düştük. Savaşsız kazalara uğradık, öldürdük.
-
تکیه بر عقل خود و فرهنگ خویش ** بودمان تا این بلا آمد به پیش
- Kendi aklımıza güvendik, fikrimize dayandık da bu tehlikeye çattık.
-
بیمرض دیدیم خویش و بی ز رق ** آنچنان که خویش را بیمار دق
- İnce hastalığa tutulan, kendisini nasıl sağlam sanırsa biz de tıpkı onun gibi kendimizi sağlam sandık, hür zannettik.
-
علت پنهان کنون شد آشکار ** بعد از آنک بند گشتیم و شکار
- Fakat gizli illet şimdi meydana çıktı, bağlandık, avlandık da ondan sonra kendini gösterdi.
-
سایهی رهبر بهست از ذکر حق ** یک قناعت به که صد لوت و طبق
- Kılavuzun gölgesi Tanrıyı anmadan yeğdir. Bir kaanat yüzlerce tabak yemekten hayırlıdır.