English    Türkçe    فارسی   

6
3761-3785

  • خوب‌تر زان دیده بودند آن فریق  ** لیک زین رفتند در بحر عمیق 
  • Bundan daha güzel kız görmüşlerdi ama bu resmi görünce derin bir denize daldılar sanki.
  • زانک افیونشان درین کاسه رسید  ** کاسه‌ها محسوس و افیون ناپدید 
  • Çünkü onlara bu kase içinde afyon verilmişti bir kere. Kaseler görünür de o afyon görünmez.
  • کرد فعل خویش قلعه‌ی هش‌ربا  ** هر سه را انداخت در چاه بلا 
  • Hüş-Rüba kalesi, yapacağını yaptı. Her üçünü de bela kuyusuna attı.
  • تیر غمزه دوخت دل را بی‌کمان  ** الامان و الامان ای بی‌امان 
  • Bakış oku yaysız olarak gönüle geldi saplandı. Ey aman bilmez aman, aman!
  • قرنها را صورت سنگین بسوخت  ** آتشی در دین و دلشان بر فروخت  3765
  • Eski zamanlarda gelip geçmiş nice ümmetleri taştan suret yaktı yandırdı.
  • چونک روحانی بود خود چون بود  ** فتنه‌اش هر لحظه دیگرگون بود 
  • Dinlerine de ateş saldı. Gönüllerine de.
  • عشق صورت در دل شه‌زادگان  ** چون خلش می‌کرد مانند سنان 
  • Artık bu suret canlı olursa nasıl olur neler yapmaz o? Fitnesi her an bir başka çeşittir onun.
  • اشک می‌بارید هر یک هم‌چو میغ  ** دست می‌خایید و می‌گفت ای دریغ 
  • Suret aşkı Şehzadelerin gönlüne mızrak gibi battı. Her biri bulut gibi gözyaşları döküyor, elini dişliyor, yazık diyordu.
  • ما کنون دیدیم شه ز آغاز دید  ** چندمان سوگند داد آن بی‌ندید 
  • Padişahın önceden gördüğünü biz şimdi gördük. O eşsiz padişah bize ne kadar antlar verdi.
  • انبیا را حق بسیارست از آن  ** که خبر کردند از پایانمان  3770
  • Peygamberlerin bu yüzden bizim üstümüzde çok hakkı vardır. Onlar bizim sonumuzdan haber vermişlerdir.
  • کاینچ می‌کاری نروید جز که خار  ** وین طرف پری نیابی زو مطار 
  • Ektiğin tohumdan ancak diken biter, bu tarafa doğru uçarsan buradan öteye yol yoktur, başka uçacak yer bulamazsın.
  • تخم از من بر که تا ریعی دهد  ** با پر من پر که تیر آن سو جهد 
  • Tohumu benden al ki mahsül versin. Benim kanadımla uç ki ok, o tarafa fırlasın gitsin.
  • تو ندانی واجبی آن و هست  ** هم تو گویی آخر آن واجب بدست 
  • Sen onun mutlaka var olduğunu, varlığının vacip bulunduğunu bilmezsin ama sonunda yine dersin ki hakikaten varlığı vacipmiş.
  • او توست اما نه این تو آن توست  ** که در آخر واقف بیرون‌شوست 
  • O hakikatte sensin, fakat sonunda hakiki varlığı anlayıp terk edeceğin bu mevhum senliğin o değildir ha!
  • توی آخر سوی توی اولت  ** آمدست از بهر تنبیه و صلت  3775
  • Bu sonraki varlığın, seni evvelki ve hakiki varlığa ulaştırmak ve böyle bir varlığın olduğunu bildirmek için gelmiş asılsız bir varlıktır.
  • توی تو در دیگری آمد دفین  ** من غلام مرد خودبینی چنین 
  • Senin senliğinde başka bir sen gizlidir. Bu varlıkla var olup kendini gören kişiye kurban olayım ben.
  • آنچ در آیینه می‌بیند جوان  ** پیر اندر خشت بیند بیش از آن 
  • Gencin aynada gördüğünü ihtiyar, ondan önce kerpiçte görür.
  • ز امر شاه خویش بیرون آمدیم  ** با عنایات پدر یاغی شدیم 
  • Biz padişahımızın buyruğundan dışarı çıktık. Babamızın lütuflarına nankörlük ettik.
  • سهل دانستیم قول شاه را  ** وان عنایت‌های بی اشباه را 
  • Onun sözünü ehemmiyetsiz bulduk, onun eşsiz inayetlerini mühimsemedik.
  • نک در افتادیم در خندق همه  ** کشته و خسته‌ی بلا بی ملحمه  3780
  • İşte şimdilik hepimiz de hendeğe düştük. Savaşsız kazalara uğradık, öldürdük.
  • تکیه بر عقل خود و فرهنگ خویش  ** بودمان تا این بلا آمد به پیش 
  • Kendi aklımıza güvendik, fikrimize dayandık da bu tehlikeye çattık.
  • بی‌مرض دیدیم خویش و بی ز رق  ** آنچنان که خویش را بیمار دق 
  • İnce hastalığa tutulan, kendisini nasıl sağlam sanırsa biz de tıpkı onun gibi kendimizi sağlam sandık, hür zannettik.
  • علت پنهان کنون شد آشکار  ** بعد از آنک بند گشتیم و شکار 
  • Fakat gizli illet şimdi meydana çıktı, bağlandık, avlandık da ondan sonra kendini gösterdi.
  • سایه‌ی رهبر بهست از ذکر حق  ** یک قناعت به که صد لوت و طبق 
  • Kılavuzun gölgesi Tanrıyı anmadan yeğdir. Bir kaanat yüzlerce tabak yemekten hayırlıdır.
  • چشم بینا بهتر از سیصد عصا  ** چشم بشناسد گهر را از حصا  3785
  • Gören göz, üç yüz tane sopadan daha iyidir. Mücevherle taşı ayırt eden gözdür.