غیرتی دارد ملک بر نام او ** که نپرد مرغ هم بر بام او
Padişah onu pek kıskanır. Bulunduğu yerin damının üstünden kuş bile uçamaz.
وای آن دل کش چنین سودا فتاد ** هیچ کس را این چنین سودا مباد
Eyvah böyle bir sevdaya düşen gönüle. Hiç kimse böyle sevdaya uğramasın.
این سزای آنک تخم جهل کاشت ** وآن نصیحت را کساد و سهل داشت
Bu bilgisizlik tohumunu eken, o öğütleri ehemmiyetsiz ve lüzumsuz gören kişinin layığıdır.
اعتمادی کرد بر تدبیر خویش ** که برم من کار خود با عقل پیش 3795
O kendi tedbirine güvendi, aklımla elbette bir iş başarırım dedi.
نیم ذره زان عنایت به بود ** که ز تدبیر خرد سیصد رصد
Halbuki o inayetin bir zerresi bile aklından doğacak üç yüz ihtiyat tedbirinden daha iyidir.
ترک مکر خویشتن گیر ای امیر ** پا بکش پیش عنایت خوش بمیر
Beyim kendi hileni bırak. Tanrı inayetine yürü orada öl.
این به قدر حیلهی معدود نیست ** زین حیل تا تو نمیری سود نیست
Buna sayılı hilelerle ulaşılmaz. Sen ölmedikçe fayda yok vesselam.
حکایت صدر جهان بخارا کی هر سایلی کی به زبان بخواستی از صدقهی عام بیدریغ او محروم شدی و آن دانشمند درویش به فراموشی و فرط حرص و تعجیل به زبان بخواست در موکب صدر جهان از وی رو بگردانید و او هر روز حیلهی نو ساختی و خود را گاه زن کردی زیر چادر وگاه نابینا کردی و چشم و روی خود بسته به فراستش بشناختی الی آخره
Buhara’da bir Sadr-ı cihan vardı. Hangi dilenci, ağız açıp bir şey isterse onun umumi ihsanından hiçbir şey elde edemezdi. Bir yoksul alim, bunu unuttu, hırsının çokluğundan ve alay geçerken bir şey istedi. Sadr-ı cihan yüzünü çevirdi. Yoksul, her gün yeni bir hileye başvurur, kendini bazen kadın şekline sokar, çarşaf giyer, bazen kör gösterir, yüzünü, gözünü bağlardı. Fakat padişah, anlayışıyla onu derhal tanırdı.
در بخارا خوی آن خواجیم اجل ** بود با خواهندگان حسن عمل
Buhara’daki o ulu zat kendisinden bir şey isteyenlere çok iyi muamele ederdi.
داد بسیار و عطای بیشمار ** تا به شب بودی ز جودش زر نثار 3800
Pek çok sayısız ihsanlarda bulunur, ta gecelere kadar cömertlik eder, altınlar saçardı.
زر به کاغذپارهها پیچیده بود ** تا وجودش بود میافشاند جود
Altınları kağıt parçalarına sarar, öyle verirdi. Hasılı dünyada bulundukça hep böyle ihsanlar ederdi.
همچو خورشید و چو ماه پاکباز ** آنچ گیرند از ضیا بدهند باز
Güneş gibi, tertemiz ay gibiydi. Onlar da Tanrı’dan aldıkları aydınlığı halka saçarlar ya.
خاک را زربخش کی بود آفتاب ** زر ازو در کان و گنج اندر خراب
Toprağa altın bağışlayan kimdir? Güneş. Madendeki altın da ondandır, yıkık yerlerdeki hazine de.
هر صباحی یک گره را راتبه ** تا نماند امتی زو خایبه
Her sabah yoksulların bir kısmına ihsanda bulunuyordu. Bu suretle hiçbir tayfanın mahrum kalmamasını isterdi.
مبتلایان را بدی روزی عطا ** روز دیگر بیوگان را آن سخا 3805
Bir gün dertlilere lütfeder, öbür gün dul kadınlara ihsanda bulunur.
روز دیگر بر علویان مقل ** با فقیهان فقیر مشتغل
Daha öbür gün yoksul Alevilerle okuyup okutmakla uğraşan yoksul fakirlere kerem eder.
روز دیگر بر تهیدستان عام ** روز دیگر بر گرفتاران وام
Daha öbürüsü gün halkın eli boşlarına para verir, daha öbürüsü gün de borçlulara ihsan ederdi.
شرط او آن بود که کس با زبان ** زر نخواهد هیچ نگشاید لبان
Yalnız bir şartı vardı: kimse ağzını açıp bir şey istemeyecekti.
لیک خامش بر حوالی رهش ** ایستاده مفلسان دیواروش
Geçeceği yolun kenarına bütün yoksullar duvar gibi dizilirler, susarlar beklerlerdi.
هر که کردی ناگهان با لب سال ** زو نبردی زین گنه یک حبه مال 3810
Birisi ağız açtı da bir şey istedi mi bir habbe bile alamazdı.
من صمت منکم نجا بد یاسهاش ** خامشان را بود کیسه و کاسهاش
Şartı kim susarsa kurtulur hükmüydü. Kesesi, kasesi, susanlarındı.
نادرا روزی یکی پیری بگفت ** ده زکاتم که منم با جوع جفت
Nasılsa bir gün ihtiyarın biri, açım, bana zekat ver demişti.
منع کرد از پیر و پیرش جد گرفت ** مانده خلق از جد پیر اندر شگفت
İhtiyarı men ettiler. Ama o boyuna söylemekteydi. Halk hayretlere düştü.
گفت بس بیشرم پیری ای پدر ** پیر گفت از من توی بیشرمتر
Sadr-ı Cihan babacığım ne utanmaz ihtiyarsın dedi. İhtiyar sen benden daha ziyade utanmazsın dedi.
کین جهان خوردی و خواهی تو ز طمع ** کان جهان با این جهان گیری به جمع 3815
Bu cihanı yedin yuttun bir de alemle beraber öteki alemi elde etmeye tamah ediyorsun!
خندهاش آمد مال داد آن پیر را ** پیر تنها برد آن توفیر را
Bu sözü duyunca güldü, o ihtiyara bir hayli mal verdi. Adamcağız, bütün malları yalnız başına alıp götürdü.