English    Türkçe    فارسی   

6
3900-3924

  • جمله عالم را نشان داده به صبر  ** زانک صبر آمد چراغ و نور صدر  3900
  • Bütün aleme sabredin der; sabır gönlün ve göğsün ışığıdır diye öğüt verirdik ya.
  • نوبت ما شد چه خیره‌سر شدیم  ** چون زنان زشت در چادر شدیم 
  • Şimdi nöbet bizde. Neden sersem oluyor, çirkin karılar gibi neden çarşafa bürünüyoruz?
  • ای دلی که جمله را کردی تو گرم  ** گرم کن خود را و از خود دار شرم 
  • Ey gönül! Herkesi hararetlendirdin ya; hadi bakalım, şimdi sen hararetlen, kendiliğinden utan!
  • ای زبان که جمله را ناصح بدی  ** نوبت تو گشت از چه تن زدی 
  • Ey dil! Herkese öğüt verirdin ya; işte şimdi sana nöbet geldi, neden sustun?
  • ای خرد کو پند شکرخای تو  ** دور تست این دم چه شد هیهای تو 
  • Ey akıl! Nerde o şekerler çiğneyen öğütün? Senin çağın şimdi. O hay ,hayın ne oldu?
  • ای ز دلها برده صد تشویش را  ** نوبت تو شد بجنبان ریش را  3905
  • Ey gönülden yüzlerce teşvişi gideren! Şimdi senin nöbetin, hadi, oynat sakalını!
  • از غری ریش ار کنون دزدیده‌ای  ** پیش ازین بر ریش خود خندیده‌ای 
  • Kahpelik eder de şimdi sakalını oynatmazsan bundan önce de sakalına gülmüş olursun.
  • وقت پند دیگرانی های های  ** در غم خود چون زنانی وای وای 
  • Başkalarına öğüt verme vaktinde hay hay, iş başa düşünce karılar gibi vay, vay ha!
  • چون به درد دیگران درمان بدی  ** درد مهمان تو آمد تن زدی 
  • Başkalarının derdine dermen oluyordun ya; şimdi dert, sana konuk oldu, fakat susuverdin.
  • بانگ بر لشکر زدن بد ساز تو  ** بانگ بر زن چه گرفت آواز تو 
  • Askere bağırır, çağırır, orduyu teşvik ederdin hani. Neden sesin kısıldı, nutkun tutuldu? Kendine de bağırsana.
  • آنچ پنجه سال بافیدی به هوش  ** زان نسیج خود بغلتانی بپوش  3910
  • Aklınla elli yıldır ördüğün kumaştan bir zıbın yap da giyin bakalım!
  • از نوایت گوش یاران بود خوش  ** دست بیرون آر و گوش خود بکش 
  • Dostların kulakları, sesinden hoşlanıyordu. Elini çıkar da şimdi kulağını çek!
  • سر بدی پیوسته خود را دم مکن  ** پا و دست و ریش و سبلت گم مکن 
  • Daima baştın, kendini kuyruk yap da ayağını, elini, sakalını, bıyığını az kaybet.
  • بازی آن تست بر روی بساط  ** خویش را در طبع آر و در نشاط 
  • Şu döşenmiş yeryüzünde şimdi oyun senin. Kendini boş bir hale getir de neşelen!
  • ذکر آن پادشاه که آن دانشمند را به اکراه در مجلس آورد و بنشاند ساقی شراب بر دانشمند عرضه کرد ساغر پیش او داشت رو بگردانید و ترشی و تندی آغاز کرد شاه ساقی را گفت کی هین در طبعش آر ساقی چندی بر سرش کوفت و شرابش در خورد داد الی آخره 
  • Bir padişahın, alimin birini zorla meclise getirtip oturtması, sakinin hocaya şarap vermesi ve kadehi sunması, hocanın yüz çevirip kızması, padişahın sakiye haydi demesi, bunu boş bir hale getir… bunun üzerine sakinin, hocanın kafasına birkaç kere vurup şarap içirtmesi v.s.
  • پادشاهی مست اندر بزم خوش  ** می‌گذشت آن یک فقیهی بر درش 
  • Bir padişah mecliste oturmuş şarap içip sarhoş olmuştu. Kapının önünden bir fakih geçiyordu.
  • کرد اشارت کش درین مجلس کشید  ** وان شراب لعل را با او چشید  3915
  • Şunu meclise getirin, laal renkli şarabı sunun şuna diye emretti.
  • پس کشیدندش به شه بی‌اختیار  ** شست در مجلس ترش چون زهر و مار 
  • Hocayı ister istemez meclise getirdiler. Mecliste zehir gibi, yılan gibi ekşi bir suratla somurtup oturdu.
  • عرضه کردش می نپذرفت او به خشم  ** از شه و ساقی بگردانید چشم 
  • Padişah şarap sundu. Hoca kızdı kabul etmedi. Padişahtan da yüz çevirdi sakiden de.
  • که به عمر خود نخوردستم شراب  ** خوشتر آید از شرابم زهر ناب 
  • Ben ömrümde şarap içmedim. Halis zehir, bence şaraptan daha hoş.
  • هین به جای می به من زهری دهید  ** تا من از خویش و شما زین وا رهید 
  • Kendinize gelin, bana şarap yerine zehir verin, içip öleyim de kendimden de kurtulayım, sizden de dedi.
  • می نخورده عربده آغاز کرد  ** گشته در مجلس گران چون مرگ و درد  3920
  • Şarap içmeden gürültüye başladı. Mecliste ölüm gibi, canavar gibi bir hal aldı.
  • هم‌چو اهل نفس و اهل آب و گل  ** در جهان بنشسته با اصحاب دل 
  • Nefis ehliyle şu balçığa kapılmış olanlar gibi hani. Onlar, gönül ehliyle oturdular mı bu hale gelirler işte.
  • حق ندارد خاصگان را در کمون  ** از می احرار جز در یشربون 
  • Tanrı, kendi haslarına gizlilik aleminde hürlerin içtikleri şaraptan sunar ancak.
  • عرضه می‌دارند بر محجوب جام  ** حس نمی‌یابد از آن غیر کلام 
  • Onlar, perde ardında kalanlara, hakikatı görmeyenlere o şaraptan sunarlar ama duygu o, şarabın sözünden başka bir şey duymaz.
  • رو همی گرداند از ارشادشان  ** که نمی‌بیند به دیده دادشان 
  • Hakikati görmeyenler, onların irşadından yüz çevirirler. Çünkü gözle onların ihsanını göremez.