-
تا بیامد خشت میزد در تبوک ** با ملک گفتند شاهی از ملوک
- Nihayet Tebük’e geldi, orada kerpiç ameleliği yaptı.
-
امرء القیس آمدست اینجا به کد ** در شکار عشق و خشتی میزند
- Padişaha, Arap padişahlarından Imrülkays, bu diyara kazanç elde etmeye geldi. Aşka av oldu, kerpiç ameleliği yapıyor dediler.
-
آن ملک برخاست شب شد پیش او ** گفته او را ای ملیک خوبرو
- Padişah kalktı, gece vakti onun huzuruna gitti. Dedi ki: Ey güzel yüzlü padişah!
-
یوسف وقتی دو ملکت شد کمال ** مر ترا رام از بلاد و از جمال 3990
- Sen, zamanın Yusuf’usun. İki ülkede şehiler ve güzellik bakımından bütün yüceliğiyle sana ram oldu.
-
گشته مردان بندگان از تیغ تو ** وان زنان ملک مه بیمیغ تو
- Erler, kılıcının yüzünden sana kul oldular; kadınlar bulutsuz bir aya benzeyen yüzüne köle kesildiler.
-
پیش ما باشی تو بخت ما بود ** جان ما از وصل تو صد جان شود
- Bizim yanımızda konakla da devlet ve ikbale erişelim. Canımız, senin visalinle yüzlerce defa tazelensin.
-
هم من و هم ملک من مملوک تو ** ای به همت ملکها متروک تو
- Ben de senin kulunum, ülkem ve saltanatım da. Ey bunca ülkeye, bunca saltanata tenezzül etmeyen!
-
فلسفه گفتش بسی و او خموش ** ناگهان وا کرد از سر رویپوش
- Böyle bir hayli hikmetler söyledi. İmriülkays öylece susup duruyordu. Birdenbire sırrının yüzündeki örtüyü kaldırdı.
-
تا چه گفتش او به گوش از عشق و درد ** همچو خود در حال سرگردانش کرد 3995
- Kulağına eğilip aşk ve derde ait ne söylediyse söyledi. Kendi gibi onu da baştan çıkardı.
-
دست او بگرفت و با او یار شد ** او هم از تخت و کمر بیزار شد
- Tebük padişahı da onun elini tuttu, onunla dost oldu. O da onun gibi tahttan, kemerden bezdi.
-
تا بلاد دور رفتند این دو شه ** عشق یک کرت نکردست این گنه
- Bu iki padişah, uzak, uzak ülkelerin yolunu tuttular. Aşk, zaten bu suçu bir kere yapmamıştır ki.
-
بر بزرگان شهد و بر طفلانست شیر ** او بهر کشتی بود من الاخیر
- Aşk, büyüklere baldır, çocuklara süt. O, her gemiye yüklenen ve geminin ağırlığından fazla olduğu için batmasına sebep olan son yüktür.
-
غیر این دو بس ملوک بیشمار ** عشقشان از ملک بربود و تبار
- Bu ikisinden başka daha nice sayısız padişahları aşk, saltanatlarından, ülkelerinden etmiştir.
-
جان این سه شهبچه هم گرد چین ** همچو مرغان گشته هر سو دانهچین 4000
- Bu üç şehzadenin canı da Çin ülkesinin etrafında kuşlar gibi tane devşirmeye başladı.
-
زهره نی تا لب گشایند از ضمیر ** زانک رازی با خطر بود و خطیر
- Ağızlarını açıp sırlarını söylemeye kudretleri yoktu. Çünkü içlerindeki sır, pek mühim ve pek tehlikeli bir sırdı.
-
صد هزاران سر بپولی آن زمان ** عشق خشم آلوده زه کرده کمان
- O anda yüz binlerce baş bir pulaydı. Kızgın aşk, okunu yayına koymuş, yayını kurmuştu.
-
عشق خود بیخشم در وقت خوشی ** خوی دارد دم به دم خیرهکشی
- Aşkın, hoşnutluk zamanında, kızgın değilken bile her an öyle zalim bir huyu vardır ki...
-
این بود آن لحظه کو خشنود شد ** من چه گویم چونک خشمآلود شد
- Bu hoşnut olduğu zamanda böyle. Artık kızgın olunca neler yapmaz? Ben ne söyleyeyim?
-
لیک مرج جان فدای شیر او ** کش کشد این عشق و این شمشیر او 4005
- Fakat can yaylası, bu aşkın öldürdüğü, bu aşk kılıcının kestiği aslana feda olsun!
-
کشتنی به از هزاران زندگی ** سلطنتها مردهی این بندگی
- Bu çeşit öldürülme binlerce hayattan iyidir. Saltanatlar bile böyle kulluğa kurban olsun!
-
با کنایت رازها با همدگر ** پست گفتندی به صد خوف و حذر
- Şehzadeler, yüzlerce korkuyla, yüzlerce çekinmeyle sırlarını kinaye yollu hafif, hafif birbirlerine söylüyorlardı.
-
راز را غیر خدا محرم نبود ** آه را جز آسمان همدم نبود
- Sırlara Tanrı’dan başka mahrem yoktur. Ah’a ancak gökyüzü hemdemdir.
-
اصطلاحاتی میان همدگر ** داشتندی بهر ایراد خبر
- Birbirlerine bir şey bildirirken aralarında kendilerine ait ıstılahlar vardı.
-
زین لسان الطیر عام آموختند ** طمطراق و سروری اندوختند 4010
- Alelade halk da bu kuşdilinin bir kısmını bellemiştir de şatafatlar satmışlar, ululuklar etmeye kalkışmışlardır.
-
صورت آواز مرغست آن کلام ** غافلست از حال مرغان مرد خام
- Fakat onların sözü, kuşların seslerinin suretinden ibarettir. Ham kişi kuşların ahvalinden gafildir.