-
تا بلاد دور رفتند این دو شه ** عشق یک کرت نکردست این گنه
- Bu iki padişah, uzak, uzak ülkelerin yolunu tuttular. Aşk, zaten bu suçu bir kere yapmamıştır ki.
-
بر بزرگان شهد و بر طفلانست شیر ** او بهر کشتی بود من الاخیر
- Aşk, büyüklere baldır, çocuklara süt. O, her gemiye yüklenen ve geminin ağırlığından fazla olduğu için batmasına sebep olan son yüktür.
-
غیر این دو بس ملوک بیشمار ** عشقشان از ملک بربود و تبار
- Bu ikisinden başka daha nice sayısız padişahları aşk, saltanatlarından, ülkelerinden etmiştir.
-
جان این سه شهبچه هم گرد چین ** همچو مرغان گشته هر سو دانهچین 4000
- Bu üç şehzadenin canı da Çin ülkesinin etrafında kuşlar gibi tane devşirmeye başladı.
-
زهره نی تا لب گشایند از ضمیر ** زانک رازی با خطر بود و خطیر
- Ağızlarını açıp sırlarını söylemeye kudretleri yoktu. Çünkü içlerindeki sır, pek mühim ve pek tehlikeli bir sırdı.
-
صد هزاران سر بپولی آن زمان ** عشق خشم آلوده زه کرده کمان
- O anda yüz binlerce baş bir pulaydı. Kızgın aşk, okunu yayına koymuş, yayını kurmuştu.
-
عشق خود بیخشم در وقت خوشی ** خوی دارد دم به دم خیرهکشی
- Aşkın, hoşnutluk zamanında, kızgın değilken bile her an öyle zalim bir huyu vardır ki...
-
این بود آن لحظه کو خشنود شد ** من چه گویم چونک خشمآلود شد
- Bu hoşnut olduğu zamanda böyle. Artık kızgın olunca neler yapmaz? Ben ne söyleyeyim?
-
لیک مرج جان فدای شیر او ** کش کشد این عشق و این شمشیر او 4005
- Fakat can yaylası, bu aşkın öldürdüğü, bu aşk kılıcının kestiği aslana feda olsun!
-
کشتنی به از هزاران زندگی ** سلطنتها مردهی این بندگی
- Bu çeşit öldürülme binlerce hayattan iyidir. Saltanatlar bile böyle kulluğa kurban olsun!
-
با کنایت رازها با همدگر ** پست گفتندی به صد خوف و حذر
- Şehzadeler, yüzlerce korkuyla, yüzlerce çekinmeyle sırlarını kinaye yollu hafif, hafif birbirlerine söylüyorlardı.
-
راز را غیر خدا محرم نبود ** آه را جز آسمان همدم نبود
- Sırlara Tanrı’dan başka mahrem yoktur. Ah’a ancak gökyüzü hemdemdir.
-
اصطلاحاتی میان همدگر ** داشتندی بهر ایراد خبر
- Birbirlerine bir şey bildirirken aralarında kendilerine ait ıstılahlar vardı.
-
زین لسان الطیر عام آموختند ** طمطراق و سروری اندوختند 4010
- Alelade halk da bu kuşdilinin bir kısmını bellemiştir de şatafatlar satmışlar, ululuklar etmeye kalkışmışlardır.
-
صورت آواز مرغست آن کلام ** غافلست از حال مرغان مرد خام
- Fakat onların sözü, kuşların seslerinin suretinden ibarettir. Ham kişi kuşların ahvalinden gafildir.
-
کو سلیمانی که داند لحن طیر ** دیو گرچه ملک گیرد هست غیر
- Nerede bir Süleyman ki kuşdilini anlasın. Şeytan da saltanat sürer ama Süleyman değildir ki.
-
دیو بر شبه سلیمان کرد ایست ** علم مکرش هست و علمناش نیست
- Şeytan, Süleyman’a benzer, tahta oturur, hile bilgisi vardır, fakat “ Biz ona kuşdilini öğrettik” sırrına mazhar değildir ki.
-
چون سلیمان از خدا بشاش بود ** منطق الطیری ز علمناش بود
- Süleyman, Tanrı’dan muştuluklara nail olmuştu da bu yüzden “ Biz ona kuşdili öğrettik” sırrına erişmişti.
-
تو از آن مرغ هوایی فهم کن ** که ندیدستی طیور من لدن 4015
- Sen “ Min ledün” kuşlarını görmemişsin. Artık o hava kuşlarına bak da onlardan anla.
-
جای سیمرغان بود آن سوی قاف ** هر خیالی را نباشد دستباف
- Simurgların yeri, Kaf dağıdır. Her hayal oraya el atamaz.
-
جز خیالی را که دید آن اتفاق ** آنگهش بعدالعیان افتد فراق
- Ancak o birleşmeyi gören hayal, o makamı görür. Gördükten sonra da yine araya ayrılık düşer.
-
نه فراق قطع بهر مصلحت ** که آمنست از هر فراق آن منقبت
- Fakat işi tamamıyla kesen ayrılık değildir bu. Bu iş, bu makam her türlü ayrılıktan emindir.
-
بهر استبقاء آن روحی جسد ** آفتاب از برف یکدم درکشد
- Ruha mensup olan o kalıbın baki kalması için güneş, bir an kendisini kardan çeker.
-
بهر جان خویش جو زیشان صلاح ** هین مدزد از حرف ایشان اصطلاح 4020
- Sen onlardan kendi canın için bir düzenlik ara; onların sözlerinden ıstılah çalmaya kalkışma.
-
آن زلیخا از سپندان تا به عود ** نام جمله چیز یوسف کرده بود
- Zeliha’ da çöreotundan öd ağacına kadar her şeyin adını Yusuf takmıştı.