- 
		    خوش همیآید مرا آواز او  ** وآن خدایا گفتن و آن راز او 
- Bana onun sesi hoş gelmede. O yarabbi demesi, sırlarını söylemesi hoşuma gidiyor.
- 
		    وانک اندر لابه و در ماجرا  ** میفریباند بهر نوعی مرا 
- Yalvararak başından geçenleri anlatarak beni her çeşit aldatmada.
- 
		    طوطیان و بلبلان را از پسند  ** از خوش آوازی قفس در میکنند 
- Dudu kuşlarıyla bülbülleri, seslerinin güzelliği yüzünden kafese koyarlar.
- 
		    زاغ را و چغد را اندر قفس  ** کی کنند این خود نیامد در قصص 
- Fakat kuzgunla baykuşu hiç kafese korlar mı? Böyle bir şey hiç işitilmemiştir.
- 
		   پیش شاهد باز چون آید دو تن  ** آن یکی کمپیر و دیگر خوشذقن    4230
- Güzel seven bir ekmekçinin yanına iki kişi gelse, bir tanesi ihtiyar, bir tanesi de güzel bir delikanlı olsa.
- 
		    هر دو نان خواهند او زوتر فطیر  ** آرد و کمپیر را گوید که گیر 
- İkisi de ekmek isteseler ekmekçi hemen bir somun kapıp al der, ihtiyara verir. 
- 
		    وآن دگر را که خوشستش قد و خد  ** کی دهد نان بل به تاخیر افکند 
- Öbür boyu boyu güzel olana hemencecik ekmek verir mi? Onu geciktirir.
- 
		    گویدش بنشین زمانی بیگزند  ** که به خانه نان تازه میپزند 
- Der ki: bir zamancağız bekle hele. Evde taze ekmek pişiriyorlar.
- 
		    چون رسد آن نان گرمش بعد کد  ** گویدش بنشین که حلوا میرسد 
- O sıcak ekmek bir müddet sonra gelse bile yine hele otur der, helva da gelecek şimdi.
- 
		   هم برین فن داردارش میکند  ** وز ره پنهان شکارش میکند    4235
- Böyle , böyle onu geciktirir, oyalar gizli bir yoldan avlamaya başlar. 
- 
		    که مرا کاریست با تو یک زمان  ** منتظر میباش ای خوب جهان 
- Benim seninle bir müddet işim var. Ey dünya güzeli, bekle hele der.
- 
		    بیمرادی مومنان از نیک و بد  ** تو یقین میدان که بهر این بود 
- İşte müminlerin, iyiden, kötüden bir murada hemencecik nail olamamaları iyice bil ki bu yüzdendir.
- 
		  رجوع کردن به قصهی آن شخص کی به او گنج نشان دادند به مصر و بیان تضرع او از درویشی به حضرت حق 
- Rüyasında “Mısır’da define var” dedikleri adamın Tanrı tapısında yoksulluktan sızıldanması
- 
		    مرد میراثی چو خورد و شد فقیر  ** آمد اندر یا رب و گریه و نفیر 
- Mirasyedi, mirası yiyip bitirdi. Yoksullaştı, yarabbi demeye, ağlayıp sızlanmaya başladı.
- 
		    خود کی کوبد این در رحمتنثار  ** که نیابد در اجابت صد بهار 
- Zaten rahmetler saçan bu kapıyı kim dövdü de Tanrı icabet etmedi; bu kapı açılıp ona yüzlerce bahar saçılmıştı?
- 
		   خواب دید او هاتفی گفت او شنید  ** که غنای تو به مصر آید پدید    4240
- Rüya gördü bir hatif ona dedi ki: Sen, Mısır’da zengin olacaksın.
- 
		    رو به مصر آنجا شود کار تو راست  ** کرد کدیت را قبول او مرتجاست 
- Yürü Mısır’a git. İşin orada düzelecek. Tanrı niyazını kabul etti. O ricaları kabul eden Tanrıdır.
- 
		    در فلان موضع یکی گنجی است زفت  ** در پی آن بایدت تا مصر رفت 
- Falan yerde büyük bir define var. onun için ta Mısır’a kadar gitmen gerek.
- 
		    بیدرنگی هین ز بغداد ای نژند  ** رو به سوی مصر و منبتگاه قند 
- Ey köhne adam durmadan hemencecik Bağdat’tan kalk, Mısır’a şeker kamışlığına kadar git!
- 
		    چون ز بغداد آمد او تا سوی مصر  ** گرم شد پشتش چو دید او روی مصر 
- Adam, Bağdat’tan kalkıp ta Mısır’a kadar gitti. Mısır’ı görünce sırtı kaşındı.
- 
		   بر امید وعدهی هاتف که گنج  ** یابد اندر مصر بهر دفع رنج    4245
- Sıkıntısını gidermek için hatifin vadine ümitlenerek Mısır’a gitti.
- 
		    در فلان کوی و فلان موضع دفین  ** هست گنجی سخت نادر بس گزین 
- Hatif, falan mahallede falan yerde gömülü pek nadir, pek değerli bir define var demişti.
- 
		    لیک نفقهش بیش و کم چیزی نماند  ** خواست دقی بر عوامالناس راند 
- Oraya kadar gitti ama az çok, hiçbir geçinecek parası pulu kalmadı. Halktan dilencilik etmeye niyet etti.
- 
		    لیک شرم و همتش دامن گرفت  ** خویش را در صبر افشردن گرفت 
- Fakat yüzü tutmuyor, utanıyordu. Sabretti, üzülüp durdu.
- 
		    باز نفسش از مجاعت بر طپید  ** ز انتجاع و خواستن چاره ندید 
- Derken yine açlıktan kıvranmaya başladı. Dilencilikten başka bir çaresi kalmadı.
- 
		   گفت شب بیرون روم من نرم نرم  ** تا ز ظلمت نایدم در کدیه شرم    4250
- Dedi ki: Geceleyin yavaş, yavaş çıkarım: karanlıktan görünmem de o suretle dilenirim.