-
خویشتن پیچیده در برگ و گیاه ** تا در افتد صید بیچاره ز راه
- Biçare avı yakalamak için kendisine yaprakları ,otları sarmıştı.
-
مرغک آمد سوی او از ناشناخت ** پس طوافی کرد و پیش مرد تاخت
- Bir kuşcağız onu tanımayıp geldi, adamın etrafında dönüp dolaştı.
-
گفت او را کیستی تو سبزپوش ** در بیابان در میان این وحوش
- Sen kimsin ki dedi, böyle yeşiller giyinmişsin, bu vahşi hayvanlar içinde ovada oturup duruyorsun.
-
گفت مرد زاهدم من منقطع ** با گیاهی گشتم اینجا مقتنع 440
- Adam, bir zâhidim dedi, dünyadan elimi ayağımı çektim, burada otlarla kanaat edip gidiyorum.
-
زهد و تقوی را گزیدم دین و کیش ** زانک میدیدم اجل را پیش خویش
- Zahitliği kendime yol yordam yaptım. Çünkü ecelimi önümde görmekteyim.
-
مرگ همسایه مرا واعظ شده ** کسب و دکان مرا برهم زده
- Komşumun ölümü, bana, vaiz edici yeter. Bu öğüt, benim kazancımı, dükkânımı yıktı mahvetti.
-
چون به آخر فرد خواهم ماندن ** خو نباید کرد با هر مرد و زن
- Sonunda mademki yapayalnız kalacağım, her kadınla, her erkekle düşüp kalkmaya alışmamak lâzım.
-
رو بخواهم کرد آخر در لحد ** آن به آید که کنم خو با احد
- Mademki sonunda mezara yüz tutacağım, tek Allah’ya alışmam daha iyi.
-
چو زنخ را بست خواهند ای صنم ** آن به آید که زنخ کمتر زنم 445
- Güzelim, sonunda değil mi ki çenemiz bağlanacak, çenemi az oynatmam daha doğru.
-
ای بزربفت و کمر آموخته ** آخرستت جامهی نادوخته
- Ey altın sırmalı esvaplar giymeye, altın kemerler takınmaya alışmış adam, nihayet sana da bir dikilmemiş elbisedir giydirilecek.
-
رو به خاک آریم کز وی رستهایم ** دل چرا در بیوفایان بستهایم
- Yüzümüzü toprağa tutalım, ondan bittik, geliştik. Neden gönlümüzü vefasızlara verelim?
-
جد و خویشانمان قدیمی چار طبع ** ما به خویشی عاریت بستیم طمع
- Bizim atalarımız akrabalarımız, eskiden beri dört tabiattır. Öyle olduğu halde biz, eğreti akrabalara tamah ettik.
-
سالها همصحبتی و همدمی ** با عناصر داشت جسم آدمی
- Yıllardır insanın cismi, unsurlarla görüşmede, konuşmada.
-
روح او خود از نفوس و از عقول ** روح اصول خویش را کرده نکول 450
- Ruhu da, nefislerle akıllardan ama ruh, kendi asıllarını unutmuş.
-
از عقول و از نفوس پر صفا ** نامه میآید به جان کای بیوفا
- O tertemiz nefislerle akıllardan, cana her an ey vefasız diye mektup gelmede.
-
یارکان پنج روزه یافتی ** رو ز یاران کهن بر تافتی
- Beş günlük dostları buldun da eski dostlardan yüz çevirdin.
-
کودکان گرچه که در بازی خوشند ** شب کشانشان سوی خانه میکشند
- Çocuklar oyundan hoşlanırlar ama, geceleyin onları çeke çeke evlerine götürürler.
-
شد برهنه وقت بازی طفل خرد ** دزد از ناگه قبا و کفش برد
- Küçük çocuk oyuna başlarken soyunur, hırkasını külâhını, ayakkabısını çıkarır atar. Hırsız da gelip ansızın onları kapıverir.
-
آن چنان گرم او به بازی در فتاد ** کان کلاه و پیرهن رفتش ز یاد 455
- Çocuk, oyuna öyle bir dalar ki külâhı, gömleği aklına bile gelmez.
-
شد شب و بازی او شد بیمدد ** رو ندارد کو سوی خانه رود
- Gece gelir çatar bir türlü oyunu bırakamaz. Eve bir türlü yüz çeviremez.
-
نی شنیدی انما الدنیا لعب ** باد دادی رخت و گشتی مرتعب
- Duymadın mı, “Dünya ancak bir oyundan ibarettir” denmiştir. Sense oyuna daldın, elbiseni yele verdin, şimdi korkuya düştün.
-
پیش از آنک شب شود جامه بجو ** روز را ضایع مکن در گفت و گو
- Gece gelmeden elbiseni ara, gündüzü dedikoduyla zayi etme.
-
من به صحرا خلوتی بگزیدهام ** خلق را من دزد جامه دیدهام
- Hâsılı ben de ovada kendime halvet bir yer seçtim, halkı elbise hırsızı gördüm.
-
نیم عمر از آرزوی دلستان ** نیم عمر از غصههای دشمنان 460
- Ömrün yarısı, sevgili isteğiyle geçti, yarısı düşmanların derdiyle.
-
جبه را برد آن کله را این ببرد ** غرق بازی گشته ما چون طفل خرد
- O, cüppeyi aldı götürdü, bu, külâhı. Biz de küçücük çocuklar gibi oyuna daldık;