-
چون نمیتوانست آوازی فراشت ** غمزهی تنهای زن سودی نداشت
- Sesini yüceltmesine imkân bulunmazsa kadının bakışı, yalnız başına fayda etmez.
-
گفت قاضی رو تو خصمت را بیار ** تا دهم کار ترا با او قرار
- Kadı, Cuha' nın karısı tarafından söz söyleyene dedi ki: Yürü düşmanını getir de ikinizi de dinleyeyim, ona göre hükmedeyim.
-
جوحی آمد قاضیش نشناخت زود ** کو به وقت لقیه در صندوق بود 4560
- Cuha gelince, kadı onu derhal tanıyamadı. Çünkü o, Cuha geldiği vakit sandıktaydı.
-
زو شنیده بود آواز از برون ** در شری و بیع و در نقص و فزون
- Yalnız sandık içindeyken alım satım, az çok fiyat verme hususundaki sözlerini duymuştu.
-
گفت نفقهی زن چرا ندهی تمام ** گفت از جان شرع را هستم غلام
- Neden kadının nafakasını tam olarak vermedin dedi. Cuha dedi ki: Ben şeriata canla başla kulum.
-
لیک اگر میرم ندارم من کفن ** مفلس این لعبم و شش پنج زن
- Fakat ölsem bile kefenim yok. Bu oyunda şeş beş derken yutulup gittim.
-
زین سخن قاضی مگر بشناختش ** یاد آورد آن دغل وان باختش
- Kadı, Cuha' nın sözünü duyar duymaz onu tanıdı. Geçen yıldaki hilesini, oyununu hatırladı.
-
گفت آن شش پنج با من باختی ** پار اندر شش درم انداختی 4565
- Dedi ki: Sen, o şeş beşi geçen yıl oynamıştın da beni tuzağa atmıştın.
-
نوبت من رفت امسال آن قمار ** با دگر کس باز دست از من بدار
- Benim nöbetim geçti. Benden el çek de bu yıl o kumarı başkasiyle oyna.
-
از شش و از پنج عارف گشت فرد ** محترز گشتست زین شش پنج نرد
- Arif, şeşten beşten kurtulmuş, tek kalmıştır. Bu tavlanın şeş beşinden çekinir artık.
-
رست او از پنج حس و شش جهت ** از ورای آن همه کرد آگهت
- O, beş duyguyla altı cihetten kurtulmuştur. Bu beş duyguyla altı cihetin ötesindeki âlemden sana haber verir.
-
شد اشاراتش اشارات ازل ** جاوز الاوهام طرا و اعتزل
- Onun işaretleri, ezelî işaretlerdir. Bütün vehimlerden ileri geçmiştir, hepsinden ayrılmıştır o.
-
زین چه شش گوشه گر نبود برون ** چون بر آرد یوسفی را از درون 4570
- İnsan bu altı köşeli kuyudan çıkmadıkça kuyudaki Yusuf, nasıl olur da dışarı çıkar?
-
واردی بالای چرخ بی ستن ** جسم او چون دلو در چه چاره کن
- Direksiz, dayaksız gök kubbenin üstüne biri gelir; cismi de kova gibi kuyunun içindekine bir çare bulur.
-
یوسفان چنگال در دلوش زده ** رسته از چاه و شه مصری شده
- Yusuflar onun kovasına el atmışlardır. Bu surede kuyudan kurtulmuşlar, Mısır'a padişah olmuşlardır.
-
دلوهای دیگر از چه آبجو ** دلو او فارغ ز آب اصحابجو
- Başka kovalar kuyudan ancak su çekmek içindir. Halbuki onun kovası, suya aldırış bile etmez, kuyudakini arar.
-
دلوها غواص آب از بهر قوت ** دلو او قوت و حیات جان حوت
- Kovalar, gıda için suda dalgıçlık ederler. Onun kovasiyse hem gıdadır, hem de balığın canına hayattır.
-
دلوها وابستهی چرخ بلند ** دلو او در اصبعین زورمند 4575
- Kovalar, yüce gök kubbeye bağlıdır. Onun kovasiyle Tanrı'nın güçlü kuvvetli iki parmağı arasındadır.
-
دلو چه و حبل چه و چرخ چی ** این مثال بس رکیکست ای اچی
- Kova nedir, ip nedir, gök ne? Bu örnek: pek sudan bir örnektir ey ulu er!
-
از کجا آرم مثالی بیشکست ** کفو آن نه آید و نه آمدست
- Fakat nerden sağlam bir örnek bulayım? Onun eşi ne gelir, ne de gelmiştir.
-
صد هزاران مرد پنهان در یکی ** صد کمان و تیر درج ناوکی
- Yüz binlerce er, bir kişide gizlidir. Yüzlerce yayla ok, bir oka sığmış, bir oka gizlenmiştir.
-
ما رمیت اذ رمیتی فتنهای ** صد هزاران خرمن اندر حفنهای
- "Attığın zaman sen atmadın, Tanrı attı" sözü, bir imtihandır. Yüz binlerce harman, bir avuç buğdaydadır.
-
آفتابی در یکی ذره نهان ** ناگهان آن ذره بگشاید دهان 4580
- Bir güneş, bir zerre içinde gizlidir. Derken ansızın o zerre ağzını açar.
-
ذره ذره گردد افلاک و زمین ** پیش آن خورشید چون جست از کمین
- O güneşin huzurunda gizlendiği yerden sıçradı mı göklerde zerre zerre olur, yeryüzü de.
-
این چنین جانی چه درخورد تنست ** هین بشو ای تن ازین جان هر دو دست
- Artık böyle bir can, nasıl olur da bedene lâyık olur? Kendine gel de ey beden, bu candan iki elini de yuğ!