-
شد اشاراتش اشارات ازل ** جاوز الاوهام طرا و اعتزل
- Onun işaretleri, ezelî işaretlerdir. Bütün vehimlerden ileri geçmiştir, hepsinden ayrılmıştır o.
-
زین چه شش گوشه گر نبود برون ** چون بر آرد یوسفی را از درون 4570
- İnsan bu altı köşeli kuyudan çıkmadıkça kuyudaki Yusuf, nasıl olur da dışarı çıkar?
-
واردی بالای چرخ بی ستن ** جسم او چون دلو در چه چاره کن
- Direksiz, dayaksız gök kubbenin üstüne biri gelir; cismi de kova gibi kuyunun içindekine bir çare bulur.
-
یوسفان چنگال در دلوش زده ** رسته از چاه و شه مصری شده
- Yusuflar onun kovasına el atmışlardır. Bu surede kuyudan kurtulmuşlar, Mısır'a padişah olmuşlardır.
-
دلوهای دیگر از چه آبجو ** دلو او فارغ ز آب اصحابجو
- Başka kovalar kuyudan ancak su çekmek içindir. Halbuki onun kovası, suya aldırış bile etmez, kuyudakini arar.
-
دلوها غواص آب از بهر قوت ** دلو او قوت و حیات جان حوت
- Kovalar, gıda için suda dalgıçlık ederler. Onun kovasiyse hem gıdadır, hem de balığın canına hayattır.
-
دلوها وابستهی چرخ بلند ** دلو او در اصبعین زورمند 4575
- Kovalar, yüce gök kubbeye bağlıdır. Onun kovasiyle Tanrı'nın güçlü kuvvetli iki parmağı arasındadır.
-
دلو چه و حبل چه و چرخ چی ** این مثال بس رکیکست ای اچی
- Kova nedir, ip nedir, gök ne? Bu örnek: pek sudan bir örnektir ey ulu er!
-
از کجا آرم مثالی بیشکست ** کفو آن نه آید و نه آمدست
- Fakat nerden sağlam bir örnek bulayım? Onun eşi ne gelir, ne de gelmiştir.
-
صد هزاران مرد پنهان در یکی ** صد کمان و تیر درج ناوکی
- Yüz binlerce er, bir kişide gizlidir. Yüzlerce yayla ok, bir oka sığmış, bir oka gizlenmiştir.
-
ما رمیت اذ رمیتی فتنهای ** صد هزاران خرمن اندر حفنهای
- "Attığın zaman sen atmadın, Tanrı attı" sözü, bir imtihandır. Yüz binlerce harman, bir avuç buğdaydadır.
-
آفتابی در یکی ذره نهان ** ناگهان آن ذره بگشاید دهان 4580
- Bir güneş, bir zerre içinde gizlidir. Derken ansızın o zerre ağzını açar.
-
ذره ذره گردد افلاک و زمین ** پیش آن خورشید چون جست از کمین
- O güneşin huzurunda gizlendiği yerden sıçradı mı göklerde zerre zerre olur, yeryüzü de.
-
این چنین جانی چه درخورد تنست ** هین بشو ای تن ازین جان هر دو دست
- Artık böyle bir can, nasıl olur da bedene lâyık olur? Kendine gel de ey beden, bu candan iki elini de yuğ!
-
ای تن گشته وثاق جان بسست ** چند تاند بحر درمشکی نشست
- Ey cana bucak olan beden, yeter artık! Deniz, bir matraya ne kadar sığabilir ki?
-
ای هزاران جبرئیل اندر بشر ** ای مسیحان نهان در جوف خر
- Ey insandaki binlerce Cebrail! Ey âdi bir kalıpta gizli Mesih'ler!
-
ای هزاران کعبه پنهان در کنیس ** ای غلطانداز عفریت و بلیس 4585
- Ey kilisede gizli binlerce Kabe! Ey ifriti, iblisi yanıltan, yanlışlara sevkeden!
-
سجدهگاه لامکانی در مکان ** مر بلیسان را ز تو ویران دکان
- Sen mekân ilinde mekânsızlık secdegâhısın. İblislerin dükkânı senin yüzünden yıkılmıştır.
-
که چرا من خدمت این طین کنم ** صورتی را نم لقب چون دین کنم
- Şeytan, neden ben bu toprağı tapı kılayım? Neden bir surete din adını takayım? dedi.
-
نیست صورت چشم را نیکو به مال ** تا ببینی شعشعهی نور جلال
- Halbuki bu suret değildir, gözünü iyice ov da bak. Bak da ululuk nurunun kalkınmasını gör!
-
باز آمدن به شرح قصهی شاهزاده و ملازمت او در حضرت شاه
- Şehzadenin, padişah tapısında kalması
-
شاهزاده پیش شه حیران این ** هفت گردون دیده در یک مشت طین
- Şehzade, padişahın huzurunda buna hayran oldu. Yedi göğü de bir avuç toprakta gördü.
-
هیچ ممکن نه ببحثی لب گشود ** لیک جان با جان دمی خامش نبود 4590
- Hiçbir bahiste ağız açmanın imkânı yoktu. Fakat, can, canla bir an bile konuşmadan kalmıyordu.
-
آمده در خاطرش کین بس خفیست ** این همه معنیست پس صورت ز چیست
- Hatırına pek gizli olarak şöyle bir şey geldi: Bunlar, hep mâna işi peki, suret nedir?
-
صورتی از صورتت بیزار کن ** خفتهای هر خفته را بیدار کن
- Bu suret, öyle bir suret ki seni suretten usandırır. Bu öyle bir uyuyandır ki her uyuyanı uyandırır.
-
آن کلامت میرهاند از کلام ** وان سقامت میجهاند از سقام
- Sözün, insanı sözden kurtarır. Hastalığın, hastalıkları giderir.