-
شکر که مظلومی و ظالم نهای ** آمن از فرعونی و هر فتنهای 4725
- Şükret ki mazlumsun, zâlim değilsin. Firavunluktan ve sınanmadan eminsin.
-
اشکم تی لاف اللهی نزد ** که آتشش را نیست از هیزم مدد
- Boş karın, Allahlık lâfına giremez. Onun ateşine odun yardım edemez.
-
اشکم خالی بود زندان دیو ** کش غم نان مانعست از مکر و ریو
- Boş karın, şeytanın zindanıdır. Çünkü ekmek derdi, onun hilesine, düzenine mânidir.
-
اشکم پر لوت دان بازار دیو ** تاجران دیو را در وی غریو
- Dolu karın, bil ki şeytanın pazarıdır. Şeytan tacirleri orada gürültü eder dururlar.
-
تاجران ساحر لاشیفروش ** عقلها را تیره کرده از خروش
- Hiçbir şey satmayan büyücü tacirler, gürültüyle akılları bulandırır, berbadederler.
-
خم روان کرده ز سحری چون فرس ** کرده کرباسی ز مهتاب و غلس 4730
- Geceleyin büyü yaparak küpü at gibi yürütürler. Ay ışığıyla sabaha karşı olan karanlığı kumaş haline getirirler.
-
چون بریشم خاک را برمیتنند ** خاک در چشم ممیز میزنند
- İbrişim gibi toprağı örerler; temyiz sahibinin gözüne toprak serperler.
-
چندلی را رنگ عودی میدهند ** بر کلوخیمان حسودی میدهند
- Kokusuz yaban ağacına ödağacı rengini verirler. Taş ve toprak parçasını bize hoş gösterirler, bizi hasetçi yaparlar.
-
پاک آنک خاک را رنگی دهد ** همچو کودکمان بر آن جنگی دهد
- Noksan sıfatlardan temizdir o Tanrı ki toprağa bir renk verir, çocuk gibi bizi ona kaptırır, birbirimize düşürür.
-
دامنی پر خاک ما چون طفلکان ** در نظرمان خاک همچون زر کان
- Eteğimizi çocuklar gibi toprakla doldururuz. Bizim gözümüzle o toprak, madenden çıkmış altın görünür.
-
طفل را با بالغان نبود مجال ** طفل را حق کی نشاند با رجال 4735
- Çocuğun, yetişmiş erlere karşı bir mecali yoktur. Tanrı çocuğu erkeklerle bir araya koymaz, bir derecede tutmaz ki.
-
میوه گر کهنه شود تا هست خام ** پخته نبود غوره گویندش به نام
- Meyva, eski olsa bile ham buludukça, olmadıkça ona koruk derler.
-
گر شود صدساله آن خام ترش ** طفل و غورهست او بر هر تیزهش
- O ham ve ekşi meyva, yüz yıllık bile olsa fikri çevik ve keskin kişiye nazaran yine çocuktur, yine koruktur.
-
گرچه باشد مو و ریش او سپید ** هم در آن طفلی خوفست و امید
- Saçı, sakalı ağarsa bile yine korku ve ümit çocukluğundan kurtulmamıştır.
-
که رسم یا نارسیده ماندهام ** ای عجب با من کند کرم آن کرم
- Der ki: Acaba olgunlaşır mıyım, yoksa böyle olgunlaşmadan ham mı kalırım? Acaba Tanrı' nın keremi, beni kızdırır, olgun bir hale getirir mi?
-
با چنین ناقابلی و دوریی ** بخشد این غورهی مرا انگوریی 4740
- Yoksa böyle kabiliyetsiz bir halde, bu uzaklık âleminde mi kalırım? Yahut da Tanrı bu koruğu üzüm haline getirir mi?
-
نیستم اومیدوار از هیچ سو ** وان کرم میگویدم لا تیاسوا
- Hiçbir yandan ümidim yok. Yalnız o kerem sahibi "Meyus olmayın" der.
-
دایما خاقان ما کردست طو ** گوشمان را میکشد لا تقنطوا
- Hakanımız, bize daima toy vermede, "Ümidinizi kesmeyin" diye kulağımızı çekmededir.
-
گرچه ما زین ناامیدی در گویم ** چون صلا زد دست اندازان رویم
- Gerçi biz ümitsizlik yüzünden çukurdayız. Fakat o çağırdı mı elimizi, kolumuzu sallaya sallaya gideriz.
-
دست اندازیم چون اسپان سیس ** در دویدن سوی مرعای انیس
- Ruhumuza huzur verecek olan otlağa koşarken tez, edepli ve terbiyeli atlar gibi yürürüz.
-
گام اندازیم و آنجا گام نی ** جام پردازیم و آنجا جام نی 4745
- Oraya adım atarız ama orada yürünmez, adım atılmaz ki. Orada kadeh düzeriz ama orada kadeh yoktur.
-
زانک آنجا جمله اشیا جانیست ** معنی اندر معنی اندر معنیست
- Çünkü orada bütün eşya can âlemine mahsustur. Hepsi de mâna âleminde, mâna içinde mânadır.
-
هست صورت سایه معنی آفتاب ** نور بیسایه بود اندر خراب
- Suret gölgedir, mâna güneş. Gölgesiz ışık, yıkık yerlerdedir.
-
چونک آنجا خشت بر خشتی نماند ** نور مه را سایهی زشتی نماند
- Çünkü orada tuğla üstünde tuğla kalmaz. Ayın ışığına çirkin bir gölge yoktur.
-
خشت اگر زرین بود بر کندنیست ** چون بهای خشت وحی و روشنیست
- Tuğla ve kerpiç, altından bile olsa sökülüp çıkarılmalıdır. Çünkü onun yerine aydınlık ve vahiy gelir.