English    Türkçe    فارسی   

6
4795-4819

  • مر بشر را پنجه و ناخن مباد  ** که نه دین اندیشد آنگه نه سداد  4795
  • İnsanın eli, tırnağı olmamalı. Eli, tırnağı oldu mu ne din düşünür, ne doğruluk.
  • آدمی اندر بلا کشته بهست  ** نفس کافر نعمتست و گمرهست 
  • İnsanın belâlar içinde ölmesi daha iyidir. Nefis, nimeti inkâr eder, sapıktır.
  • خطاب حق تعالی به عزرائیل علیه‌السلام کی ترا رحم بر کی بیشتر آمد ازین خلایق کی جانشان قبض کردی و جواب دادن عزرائیل حضرت را 
  • Tanrı' nın, halkın canını alırken en fazla kime acırsın diye Azrail'e sorması, Azrail' in de Tanrı' ya cevap vermesi
  • حق به عزرائیل می‌گفت ای نقیب  ** بر کی رحم آمد ترا از هر کیب 
  • Tanrı, Azrail'e dedi ki: Ey Nakip, bu dertli halktan kime acırsın?
  • گفت بر جمله دلم سوزد به درد  ** لیک ترسم امر را اهمال کرد 
  • Azrail şöyle cevap verdi: Herkese yüreğim yanar. Fakat emri ihmal etmeden korkarım.
  • تا بگویم کاشکی یزدان مرا  ** در عوض قربان کند بهر فتی 
  • Hattâ derim ki, keşke Tanrı gençler için beni feda etseydi.
  • گفت بر کی بیشتر رحم آمدت  ** از کی دل پر سوز و بریان‌تر شدت  4800
  • Tanrı, kime daha ziyade acırsın? Gönlün daha ziyade kime yanar, hangi kula daha ziyade kavrulur, dedi.
  • گفت روزی کشتیی بر موج تیز  ** من شکستم ز امر تا شد ریز ریز 
  • Azrail dedi ki: Bir gün bir gemi kuvvetli dalgalar arasında bocalarken emir aldım, gemiyi paramparça ettim.
  • پس بگفتی قبض کن جان همه  ** جز زنی و غیر طفلی زان رمه 
  • Hepsinin canını al. Yalnız onların arasından filân kadınla filân çocuğun canını alma dedin.
  • هر دو بر یک تخته‌ای در ماندند  ** تخته را آن موج‌ها می‌راندند 
  • Her biri bir tahta üstünde kaldı. Dalgalar, o tahtayı sürüklemeye başladılar.
  • باز گفتی جان مادر قبض کن  ** طفل را بگذار تنها ز امر کن 
  • Sonra yine ananın ruhunu kabzet, çocuğu yalnız bırak diye emrettin.
  • چون ز مادر بسکلیدم طفل را  ** خود تو می‌دانی چه تلخ آمد مرا  4805
  • Çocuğu anasından ayırdım ama sen de bilirsin ya, bu bana o kadar acı geldi ki.
  • بس بدیدم دود ماتم‌های زفت  ** تلخی آن طفل از فکرم نرفت 
  • Birçok büyük yasların dumanlarını gördüm ama o çocuğun acısı içimden çıkmadı.
  • گفت حق آن طفل را از فضل خویش  ** موج را گفتم فکن در بیشه‌ایش 
  • Tanrı dedi ki: Ben o çocuğu kendi lûtftumla yetiştirdim. Dalgaya onu bir ormana at dedim.
  • بیشه‌ای پر سوسن و ریحان و گل  ** پر درخت میوه‌دار خوش‌اکل 
  • O orman, süsenlerle, reyhanlarla, güllerle, yenmesi hoş meyva ağaçlariyle doluydu.
  • چشمه‌های آب شیرین زلال  ** پروریدم طفل را با صد دلال 
  • Duru ve tatlı su kaynakları vardı orada. Çocuğu yüzlerce naz ve naim içinde yetiştirdim.
  • صد هزاران مرغ مطرب خوش‌صدا  ** اندر آن روضه فکنده صد نوا  4810
  • Yüz binlerce güzel sesli kuşlar, o bahçelere yüzlerce nağmeler salmadaydı.
  • پسترش کردم ز برگ نسترن  ** کرده او را آمن از صدمه‌ی فتن 
  • Ona ağustos gülünden döşek döşedim. Onu fitnelerin vuruşundan emin ettim.
  • گفته من خورشید را کو را مگز  ** باد را گفته برو آهسته وز 
  • Güneşe, ona zarar verme dedim. Yele, ona yavaş yavaş es diye emrettim.
  • ابر را گفته برو باران مریز  ** برق را گفته برو مگرای تیز 
  • Buluta, onun üstüne yağmur yağdırma, şimşeğe, ona pek o kadar şule verme diye buyurdum.
  • زین چمن ای دی مبران اعتدال  ** پنجه ای بهمن برین روضه ممال 
  • Ey kış! Bu yeşillikten o itidali kesme; ey yaz! Bu bahçeye pençe vurma dedim.
  • کرامات شیخ شیبان راعی قدس الله روحه العزیز 
  • Tanrı, aziz ruhunu kutlasın, Şeyh Şeybanı Râî' nin kerametleri
  • هم‌چو آن شیبان که از گرگ عنید  ** وقت جمعه بر رعا خط می‌کشید  4815
  • Şeybanı Râî gibi hani. O da cuma günü, namaz vakti sürüsüne inatçı kurtlar salmasın diye sürünün çevresine bir çizgi çizerdi.
  • تا برون ناید از آن خط گوسفند  ** نه در آید گرگ و دزد با گزند 
  • Ne koyunlar o çizgiden dışarı çıkarlardı, ne kurt ve hırsız, o sürüden içeriye girerdi.
  • بر مثال دایره‌ی تعویذ هود  ** که اندر آن صرصر امان آل بود 
  • Hûd' un okuyup üfürdüğü daire gibi. O da bu çizgiyle kendisine uyanlara kasırgadan aman vermişti.
  • هشت روزی اندرین خط تن زنید  ** وز برون مثله تماشا می‌کنید 
  • Onlara sekiz gün bu çizgi içinde susun, sabredin. Dışardaki işkenceyi seyredin dedi.
  • بر هوا بردی فکندی بر حجر  ** تا دریدی لحم و عظم از هم‌دگر 
  • Kasırga, çizginin dışında bulunanları havaya kaldırıp taşlara çarpıyor, etini, kemiğini birbirinden ayırıyordu.