هر که را خواهی تو در کعبه بجو ** تا بروید در زمان او پیش رو
Kimi dilersen Kâbe’de ara da derhal önünde beliriversin.
صورتی کو فاخر و عالی بود ** او ز بیت الله کی خالی بود
Ziynetli ve yüce olan bir suret, nasıl olur da Allah yurdu olmaz, boş olur?
او بود حاضر منزه از رتاج ** باقی مردم برای احتیاج
Ona kapı kapanmaz, o geldi mi derhal açılır. Fakat başkaları, aşkla değil, ihtiyaçlardan gelirler.
هیچ میگویند کین لبیکها ** بیندایی میکنیم آخر چرا 870
Hacca gidenler, neden bu ses duymadan “Lebbeyk” deyip duruyoruz derler mi?
بلک توفیقی که لبیک آورد ** هست هر لحظه ندایی از احد
Hakikatte onlara şu “Lebbeyk” demeyi nasip ediş, her lâhza tek Allah’dan gelen bir sestir.
من ببو دانم که این قصر و سرا ** بزم جان افتاد و خاکش کیمیا
Ben de koku aldım, biliyorum bu köşk, bu konak, can meclisinin kurulduğu yerdir toprağı da kimyadır.
مس خود را بر طریق زیر و بم ** تا ابد بر کیمیااش میزنم
Hafif ve tiz nağmelerle bakırımı ebediyen onun kimyasına vurup duracağım.
تا بجوشد زین چنین ضرب سحور ** در درافشانی و بخشایش به حور
Nihayet bu sahur davulum, denizleri coşturacak, inciler saçacak, ihsanlarda bulunacak.
خلق در صف قتال و کارزار ** جان همیبازند بهر کردگار 875
Halk, savaş safında Allah için canları ile oynar.
آن یکی اندر بلا ایوبوار ** وان دگر در صابری یعقوبوار
Birisi Eyüp gibi belâlara düşer, öbürü Yakup gibi sabreder.
صد هزاران خلق تشنه و مستمند ** بهر حق از طمع جهدی میکنند
Yüz binlerce susuz ve muhtaç kişi, Allah için tamaha düşer, çalışır durur.
من هم از بهر خداوند غفور ** میزنم بر در به اومیدش سحور
Ben de suçları yargılayan, örten Allah için bu kapıdan sahur davulu çalıyorum, benim de ümidim onda.
مشتری خواهی که از وی زر بری ** به ز حق کی باشد ای دل مشتری
Parasını almak için müşterimi istiyorsun? Gönül, Allah’dan daha iyi müşteri nerede var?
میخرد از مالت انبانی نجس ** میدهد نور ضمیری مقتبس 880
Malından pis dağarcığı alır, sana kendinden ışıklanan bir gönül nuru verir.
میستاند این یخ جسم فنا ** میدهد ملکی برون از وهم ما
Hakikatte yok olan şu buz kesmiş bedeni alır, vehmimize sığmaz bir saltanat ihsan eder.
میستاند قطرهی چندی ز اشک ** میدهد کوثر که آرد قند رشک
Birkaç katra göz yaşı alır, şekerlerin, balların hased ettiği kevseri bağışlar.
میستاند آه پر سودا و دود ** میدهد هر آه را صد جاه سود
Sevdalarla, dertlerle dolu ah-ı alır, her ah-a karşılık yüzlerce kârlı mevkii lûtfeder.
باد آهی که ابر اشک چشم راند ** مر خلیلی را بدان اواه خواند
Gözyaşı bulutunun sürdüğü ah bulutu yüzündendir ki Halil’e fazla ah eden dedi.
هین درین بازار گرم بینظیر ** کهنهها بفروش و ملک نقد گیر 885
Gel de hemen şu eşi olmayan alışverişi durmayan pazarda eskileri sat, hazır ve elde bir olan beyliği al.
ور ترا شکی و ریبی ره زند ** تاجران انبیا را کن سند
Eğer bir şüphe gelir de yolunu vurursa ticarette bulunan peygamberleri kendine senet yap.
بس که افزود آن شهنشه بختشان ** مینتاند که کشیدن رختشان
O padişahlar padişahı, onların talihlerini öyle yaver etti, onlara öyle bir baht verdi ki dağlar bile onların pılı pırtılarını çekmeye muktedir değildir.
قصهی احد احد گفتن بلال در حر حجاز از محبت مصطفی علیهالسلام در آن چاشتگاهها کی خواجهاش از تعصب جهودی به شاخ خارش میزد پیش آفتاب حجاز و از زخم خون از تن بلال برمیجوشید ازو احد احد میجست بیقصد او چنانک از دردمندان دیگر ناله جهد بیقصد زیرا از درد عشق ممتلی بود اهتمام دفع درد خار را مدخل نبود همچون سحرهی فرعون و جرجیس و غیر هم لایعد و لا یحصی
Bilâl, Hicaz sıcağında Mustafa aliyhisselâm’ın sevgisiyle “ Allah birdir, birAhad ahad “ derdi . Efendisi de kâfirlik gayretiyle kuşluk zamanları Hicaz güneşinin altında onu dikenle döverdi. Bilâl’in vücudu yaralanır, yaraların dan kan fışkırır, fakat yine ihtiyarsız olarak ağzından “ Ahad ahad “ sözü çıkardı, nitekim dertliler de ihtiyarsız bir surette feryad eder, inlerler.. Bilâl ,aşk derdiyle doluydu. Firavun’un büyücüleri Cercis Peygamber ve daha sayısız erler gibi oda bu derde düştüğünden diken derdinden kurtulmayı düşünmüyor , o derde aldırış bile etmiyordu.
تن فدای خار میکرد آن بلال ** خواجهاش میزد برای گوشمال
Efendisi, Bilâl’i terbiye etmek için diken dalı ile dövmekte, o da dikenlere canını feda etmekteydi.
که چرا تو یاد احمد میکنی ** بندهی بد منکر دین منی
Efendisi, neden Ahmed’i anmaktasın diyordu... Sen, kötü bir kulsun, benim dinimi inkâr ediyorsun.
میزد اندر آفتابش او به خار ** او احد میگفت بهر افتخار 890
Efendisi onu güneş altında dövmekte, o da “Ahad” diye övünmekteydi.
تا که صدیق آن طرف بر میگذشت ** آن احد گفتن به گوش او برفت
Derken Sıddıyk, o taraftan geçti, onun “Ahad” demesini duydu.