English    Türkçe    فارسی   

6
888-912

  • تن فدای خار می‌کرد آن بلال  ** خواجه‌اش می‌زد برای گوشمال 
  • Efendisi, Bilâl’i terbiye etmek için diken dalı ile dövmekte, o da dikenlere canını feda etmekteydi.
  • که چرا تو یاد احمد می‌کنی  ** بنده‌ی بد منکر دین منی 
  • Efendisi, neden Ahmed’i anmaktasın diyordu... Sen, kötü bir kulsun, benim dinimi inkâr ediyorsun.
  • می‌زد اندر آفتابش او به خار  ** او احد می‌گفت بهر افتخار  890
  • Efendisi onu güneş altında dövmekte, o da “Ahad” diye övünmekteydi.
  • تا که صدیق آن طرف بر می‌گذشت  ** آن احد گفتن به گوش او برفت 
  • Derken Sıddıyk, o taraftan geçti, onun “Ahad” demesini duydu.
  • چشم او پر آب شد دل پر عنا  ** زان احد می‌یافت بوی آشنا 
  • Gözü doldu, gönlü incindi, o “Ahad” sözünden bir âşina kokusu aldı.
  • بعد از آن خلوت بدیدش پند داد  ** کز جهودان خفیه می‌دار اعتقاد 
  • Sonra onu tenhaca görüp nasihat verdi, dedi ki: İnanışını kâfirlerden gizli tut.
  • عالم السرست پنهان دار کام  ** گفت کردم توبه پیشت ای همام 
  • Allah, gizli şeyleri bilir, maksadını gizle. Bilâl, tövbe ettim dedi.
  • روز دیگر از پگه صدیق تفت  ** آن طرف از بهر کاری می‌برفت  895
  • Ertesi gün Sıddıyk, erkenden bir iş için oradan geçiyordu.
  • باز احد بشنید و ضرب زخم خار  ** برفروزید از دلش سوز و شرار 
  • Yine “Ahad” sözüyle dayak sesini duydu. Gönlü ateşlendi.
  • باز پندش داد باز او توبه کرد  ** عشق آمد توبه‌ی او را بخورد 
  • Yine nasihat etti, o da tövbe etti ama aşk gelince tövbesini bozuverdi.
  • توبه کردن زین نمط بسیار شد  ** عاقبت از توبه او بیزار شد 
  • Böyle bir hayli tövbe etti, nihayet tövbeden bezdi.
  • فاش کرد اسپرد تن را در بلا  ** کای محمد ای عدو توبه‌ها 
  • İnanışını açığa vurdu, bedenini belâya attı, ey Muhammed dedi, ey tövbelere düşman!
  • ای تن من وی رگ من پر ز تو  ** توبه را گنجا کجا باشد درو  900
  • Bedenim de seninle dolu, damarım da. Artık bu bedene nasıl olur da tövbe sığar?
  • توبه را زین پس ز دل بیرون کنم  ** از حیات خلد توبه چون کنم 
  • Bundan böyle tövbeyi gönülden çıkaracağım. Ebedî hayattan nasıl olur da tövbe edebilirim?
  • عشق قهارست و من مقهور عشق  ** چون شکر شیرین شدم از شور عشق 
  • Aşk, kahredicidir, ben de onun eline düşmüş, kahrolmuş birisiyim. Aşkın coşup köpürmesiyle, aşkın acılığiyle şeker gibi tatlılaştım.
  • برگ کاهم پیش تو ای تند باد  ** من چه دانم که کجا خواهم فتاد 
  • Ey kasırga, senin önünde bir yaprağım ben, nereye düşeceğimi ne bilirim?
  • گر هلالم گر بلالم می‌دوم  ** مقتدی آفتابت می‌شوم 
  • Hilâl’sem de koşuşup duruyorum Bilâl’sem de. Senin güneşine uymuşum bir kere.
  • ماه را با زفتی و زاری چه کار  ** در پی خورشید پوید سایه‌وار  905
  • Ayın bedir oluş yahut zayıflayıp eriyerek hilâl haline gelişle ne işi var? O, güneşin ardına düşmüş gölge gibi koşar durur.
  • با قضا هر کو قراری می‌دهد  ** ریش‌خند سبلت خود می‌کند 
  • Kaza ve kadere karşı bir kararda durmaya kalkışan kendi sakalına güler.
  • کاه‌برگی پیش باد آنگه قرار  ** رستخیزی وانگهانی عزم‌کار 
  • Hem bir saman çöpü olup rüzgârın önüne düşmek, hem de bir yerde durmaya kalkışmak. Hem kıyamet, hem de sonra işe güce girişmeye kalkmak!
  • گربه در انبانم اندر دست عشق  ** یک‌دمی بالا و یک‌دم پست عشق 
  • Ben aşkın elinde dağarcıktaki kedi gibiyim. Bir an yukarı çıkmadayım, bir an aşağı düşmede.
  • او همی‌گرداندم بر گرد سر  ** نه به زیر آرام دارم نه زبر 
  • O, beni başının üstünde döndürüp durmada. Ne aşağıda kararım var, ne yukarıda.
  • عاشقان در سیل تند افتاده‌اند  ** بر قضای عشق دل بنهاده‌اند  910
  • Âşıklar kuvvetli bir selin önüne düşmüşlerdir. Onlar, aşkın takdirine razı olmuşlardır.
  • هم‌چو سنگ آسیا اندر مدار  ** روز و شب گردان و نالان بی‌قرار 
  • Değirmen taşı gibi durup dinlenmeden gece gündüz inleyip sızlanarak döner dururlar.
  • گردشش بر جوی جویان شاهدست  ** تا نگوید کس که آن جو راکدست 
  • Değirmen taşının dönüp durması, kimse bu ırmak duruyor demesin diye ırmak arayanlara bir şahit olmuştur.