-
تن فدای خار میکرد آن بلال ** خواجهاش میزد برای گوشمال
- Efendisi, Bilâl’i terbiye etmek için diken dalı ile dövmekte, o da dikenlere canını feda etmekteydi.
-
که چرا تو یاد احمد میکنی ** بندهی بد منکر دین منی
- Efendisi, neden Ahmed’i anmaktasın diyordu... Sen, kötü bir kulsun, benim dinimi inkâr ediyorsun.
-
میزد اندر آفتابش او به خار ** او احد میگفت بهر افتخار 890
- Efendisi onu güneş altında dövmekte, o da “Ahad” diye övünmekteydi.
-
تا که صدیق آن طرف بر میگذشت ** آن احد گفتن به گوش او برفت
- Derken Sıddıyk, o taraftan geçti, onun “Ahad” demesini duydu.
-
چشم او پر آب شد دل پر عنا ** زان احد مییافت بوی آشنا
- Gözü doldu, gönlü incindi, o “Ahad” sözünden bir âşina kokusu aldı.
-
بعد از آن خلوت بدیدش پند داد ** کز جهودان خفیه میدار اعتقاد
- Sonra onu tenhaca görüp nasihat verdi, dedi ki: İnanışını kâfirlerden gizli tut.
-
عالم السرست پنهان دار کام ** گفت کردم توبه پیشت ای همام
- Allah, gizli şeyleri bilir, maksadını gizle. Bilâl, tövbe ettim dedi.
-
روز دیگر از پگه صدیق تفت ** آن طرف از بهر کاری میبرفت 895
- Ertesi gün Sıddıyk, erkenden bir iş için oradan geçiyordu.
-
باز احد بشنید و ضرب زخم خار ** برفروزید از دلش سوز و شرار
- Yine “Ahad” sözüyle dayak sesini duydu. Gönlü ateşlendi.
-
باز پندش داد باز او توبه کرد ** عشق آمد توبهی او را بخورد
- Yine nasihat etti, o da tövbe etti ama aşk gelince tövbesini bozuverdi.
-
توبه کردن زین نمط بسیار شد ** عاقبت از توبه او بیزار شد
- Böyle bir hayli tövbe etti, nihayet tövbeden bezdi.
-
فاش کرد اسپرد تن را در بلا ** کای محمد ای عدو توبهها
- İnanışını açığa vurdu, bedenini belâya attı, ey Muhammed dedi, ey tövbelere düşman!
-
ای تن من وی رگ من پر ز تو ** توبه را گنجا کجا باشد درو 900
- Bedenim de seninle dolu, damarım da. Artık bu bedene nasıl olur da tövbe sığar?
-
توبه را زین پس ز دل بیرون کنم ** از حیات خلد توبه چون کنم
- Bundan böyle tövbeyi gönülden çıkaracağım. Ebedî hayattan nasıl olur da tövbe edebilirim?
-
عشق قهارست و من مقهور عشق ** چون شکر شیرین شدم از شور عشق
- Aşk, kahredicidir, ben de onun eline düşmüş, kahrolmuş birisiyim. Aşkın coşup köpürmesiyle, aşkın acılığiyle şeker gibi tatlılaştım.
-
برگ کاهم پیش تو ای تند باد ** من چه دانم که کجا خواهم فتاد
- Ey kasırga, senin önünde bir yaprağım ben, nereye düşeceğimi ne bilirim?
-
گر هلالم گر بلالم میدوم ** مقتدی آفتابت میشوم
- Hilâl’sem de koşuşup duruyorum Bilâl’sem de. Senin güneşine uymuşum bir kere.
-
ماه را با زفتی و زاری چه کار ** در پی خورشید پوید سایهوار 905
- Ayın bedir oluş yahut zayıflayıp eriyerek hilâl haline gelişle ne işi var? O, güneşin ardına düşmüş gölge gibi koşar durur.
-
با قضا هر کو قراری میدهد ** ریشخند سبلت خود میکند
- Kaza ve kadere karşı bir kararda durmaya kalkışan kendi sakalına güler.
-
کاهبرگی پیش باد آنگه قرار ** رستخیزی وانگهانی عزمکار
- Hem bir saman çöpü olup rüzgârın önüne düşmek, hem de bir yerde durmaya kalkışmak. Hem kıyamet, hem de sonra işe güce girişmeye kalkmak!
-
گربه در انبانم اندر دست عشق ** یکدمی بالا و یکدم پست عشق
- Ben aşkın elinde dağarcıktaki kedi gibiyim. Bir an yukarı çıkmadayım, bir an aşağı düşmede.
-
او همیگرداندم بر گرد سر ** نه به زیر آرام دارم نه زبر
- O, beni başının üstünde döndürüp durmada. Ne aşağıda kararım var, ne yukarıda.
-
عاشقان در سیل تند افتادهاند ** بر قضای عشق دل بنهادهاند 910
- Âşıklar kuvvetli bir selin önüne düşmüşlerdir. Onlar, aşkın takdirine razı olmuşlardır.
-
همچو سنگ آسیا اندر مدار ** روز و شب گردان و نالان بیقرار
- Değirmen taşı gibi durup dinlenmeden gece gündüz inleyip sızlanarak döner dururlar.
-
گردشش بر جوی جویان شاهدست ** تا نگوید کس که آن جو راکدست
- Değirmen taşının dönüp durması, kimse bu ırmak duruyor demesin diye ırmak arayanlara bir şahit olmuştur.