این من و ما بهر آن بر ساختی ** تا تو با خود نرد خدمت باختی
Kendi kendinle huzur tavlasını oynamak için bu “ben” ve “biz”i vücuda getirdin.
تا من و توها همه یک جان شوند ** عاقبت مستغرق جانان شوند
Bu suretle “ben” ve “sen” ler, umumiyetle bir can haline gelirler, sonunda da sevgiliye mustağrak olurlar.
این همه هست و بیا ای امر کن ** ای منزه از بیان و از سخن
(Ben, biz, ben ve bizim, varlıkların varlığı ve yokluğu, hulâsa) söylediklerimin hepsi vardır, vakidir. Ey kün emri, ey gel denmekten ve söz söylemekten münezzeh Tanrı, sen gel!
جسم جسمانه تواند دیدنت ** در خیال آرد غم و خندیدنت 1790
Ten gözü, seni görebilir mi; senin gamlanman, neşelenip gülmen hayale gelir mi?
دل که او بستهی غم و خندیدن است ** تو مگو کاو لایق آن دیدن است
Gama, neşeye merbut olan gönle, onu görmeye lâyıktır, deme!
آن که او بستهی غم و خنده بود ** او بدین دو عاریت زنده بود
Keder ve neşeye bağlanmış olan; bu iki ariyet vasıfla yaşar.
باغ سبز عشق کاو بیمنتهاست ** جز غم و شادی در او بس میوههاست
Hâlbuki yemyeşil aşk bağının sonu, ucu, bucağı yoktur. Orada gamdan ve neşeden başka ne meyveler var!
عاشقی زین هر دو حالت برتر است ** بیبهار و بیخزان سبز و تر است
Âşıklık bu iki halden daha yüksektir; baharsız, hazansız terütazedir.
ده زکات روی خوب ای خوب رو ** شرح جان شرحه شرحه باز گو 1795
Ey güzel yüzlü! Güzel yüzünün zekâtını ver; yine pare pare olan canı şerh et, onu anlat (dedim!).
کز کرشم غمزهی غمازهای ** بر دلم بنهاد داغی تازهای
Fettan gözünün ucuyla ve nazla bir baktı da gönlüme yeni bir dağ vurdu.
من حلالش کردم از خونم بریخت ** من همیگفتم حلال او میگریخت
Kanımı bile dökse ona helal ettim. Helâl sözünü söyledikçe o, kaçmaktaydı.
چون گریزانی ز نالهی خاکیان ** غم چه ریزی بر دل غمناکیان
Mademki topraktakilerin feryadından kaçmaktasın. Kederlilerin yüreğine niye gam saçarsın?
ای که هر صبحی که از مشرق بتافت ** همچو چشمهی مشرقت در جوش یافت
Her sabah; doğudan parlayınca seni, doğu pınarı (güneş) gibi coşmak ta, zuhur etmekte buldu.
چون بهانه دادی این شیدات را ** ای بهانه شکر لبهات را 1800
Ey şeker dudaklarına paha biçilmeyen güzel! Divanene ne bahaneler buluyorsun?
ای جهان کهنه را تو جان نو ** از تن بیجان و دل افغان شنو
Ey eski cihana taze can olan! Cansız ve gönülsüz bir hale gelmiş olan tenden çıkan feryat ve figanı işit!
شرح گل بگذار از بهر خدا ** شرح بلبل گو که شد از گل جدا
Allah aşkına olsun, artık gülü anlatmayı bırak da gülden ayrılan bülbülün halini anlat!
از غم و شادی نباشد جوش ما ** با خیال و وهم نبود هوش ما
Bizim coşkunluğumuz gamdan neşeden değildir; aklımız irfanımız, hayal ve vehimden meydana gelmemiştir.
حالتی دیگر بود کان نادر است ** تو مشو منکر که حق بس قادر است
Nadir bulunur bir halettendir; inkâr etme ki Hakk’ın kudreti pek büyüktür.
تو قیاس از حالت انسان مکن ** منزل اندر جور و در احسان مکن 1805
Sen bu hali insanların ahvaline kıyas etme, cevir ve ihsan menzilinde kalma!
جور و احسان رنج و شادی حادث است ** حادثان میرند و حقشان وارث است
Cevir, ihsan, mihnet ve neşe, gelip geçicidir. Gelip geçenlerse ölürler; Hak onlara vâristir.
صبح شد ای صبح را پشت و پناه ** عذر مخدومی حسام الدین بخواه
Sabah oldu, ey sabahın penahı Tanrı! (Ben özür serd edemiyorum), bize hizmet eden Hüsâmettin’den sen özür dile!
عذر خواه عقل کل و جان تویی ** جان جان و تابش مرجان تویی
Aklı-ı Küll’ün ve canın özür dileyeni sensin; canların canı, mercanın parıltısı sensin.
تافت نور صبح و ما از نور تو ** در صبوحی با می منصور تو
Sabahın nuru parladı, biz de bu sabah çağında senin Mansur şarabını içmekteyiz.
دادهی تو چون چنین دارد مرا ** باده که بود کاو طرب آرد مرا 1810
Senin feyzin bizi böyle mest ettikçe şarap ne oluyor ki bize neşe versin!
باده در جوشش گدای جوش ماست ** چرخ در گردش گدای هوش ماست
Şarap, coşkunlukla bizim yoksulumuzdur; felek; dönüşte aklımızın fakiridir.
باده از ما مست شد نی ما از او ** قالب از ما هست شد نی ما از او
Şarap bizden sarhoş oldu, biz ondan değil... Beden bizden var oldu, biz ondan değil!
ما چو زنبوریم و قالبها چو موم ** خانه خانه کرده قالب را چو موم
Biz arı gibiyiz, bedenler mum gibi. Tanrı, bedenleri bal mumu gibi göz göz ev ev yapmıştır.
رجوع به حکایت خواجهی تاجر
Tacir hikâyesine dönüş
بس دراز است این حدیث خواجه گو ** تا چه شد احوال آن مرد نکو
Bu bahis çok uzundur, tacirin hikâyesini anlat ki o iyi adamın ne hale geldiği, ne olduğu anlaşılsın.
خواجه اندر آتش و درد و حنین ** صد پراکنده همیگفت این چنین 1815
Tacir, ateşler, dertler, feryatlar içinde, böyle yüzlerce karmakarışık sözler söylüyordu.
گه تناقض گاه ناز و گه نیاز ** گاه سودای حقیقت گه مجاز
Gâh birbirini tutmaz sözler söylüyor, gâh naz ediyor, gâh niyaz eyliyor; gâh hakikat aşkını, gâh mecaz sevdasını ifade ediyordu.
مرد غرقه گشته جانی میکند ** دست را در هر گیاهی میزند
Suya batan adam fazla debelenir, eline geçen ota tutunur.
تا کدامش دست گیرد در خطر ** دست و پایی میزند از بیم سر
O tehlike zamanında elini kim tutacak diye can korkusuyla şuraya, buraya elini sallar durur, yüzmeye çalışıp çabalar.
دوست دارد یار این آشفتگی ** کوشش بیهوده به از خفتگی
Sevgili, bu divaneliği, bu perişanlığı sever. Beyhude yere çalışıp çabalamak, uyumaktan iyidir.
آن که او شاه است او بیکار نیست ** ناله از وی طرفه کاو بیمار نیست 1820
Padişah olan; işsiz, güçsüz değildir. Hasta olmayanın feryat ve figan etmesi, şaşılacak şeydir!
بهر این فرمود رحمان ای پسر ** کل يوم هو فی شأن ای پسر
Tanrı, ey oğul, onun için “Külle yevmin hüve fi şe’n “ buyurdu.
اندر این ره میتراش و میخراش ** تا دم آخر دمی فارغ مباش
Bu yolda yolun, tırmalan, son nefese kadar bir an bile boş durma!
تا دم آخر دمی آخر بود ** که عنایت با تو صاحب سر بود
Olabilir ki son nefeste bir dem inayete erişirsin. O inayet, seni sırdaş eder.
هر چه میکوشند اگر مرد و زن است ** گوش و چشم شاه جان بر روزن است
Padişahın kulağı, gözü penceredir; erkeğin canı olsun, kadının canı olsun... bir can neye çalışırsa, onu duyar, görür!
برون انداختن مرد تاجر طوطی را از قفس و پریدن طوطی مرده
Tacirin, ölü duduyu kafesten dışarı atması ve dudunun uçması
بعد از آنش از قفس بیرون فگند ** طوطیک پرید تا شاخ بلند 1825
Tacir ondan sonra duduyu kafesten dışarı attı. Duducuk, uçup bir yüksek ağacın dalına kondu.
طوطی مرده چنان پرواز کرد ** کافتاب از چرخ ترکی تاز کرد
Güneş, ufuktan nasıl süratle doğarsa o dudu da, o çeşit uçtu.
خواجه حیران گشت اندر کار مرغ ** بیخبر ناگه بدید اسرار مرغ
Tacir, hiçbir şeyden haberi yokken kuşun esrarını bu işe şaşırıp kaldı.
روی بالا کرد و گفت ای عندلیب ** از بیان حال خودمان ده نصیب
Yüzünü yukarı çevirip “Ey bülbül! Halini bildir, bu hususta bize de bir nasip ver!
او چه کرد آن جا که تو آموختی ** ساختی مکری و ما را سوختی
Hindistan’daki dudu ne yaptı da sen öğrendin, bir oyun ettin, canımızı yaktın!” dedi.
گفت طوطی کاو به فعلم پند داد ** که رها کن لطف آواز و وداد 1830
Dudu dedi ki: “O, hareketiyle bana nasihat etti; “Güzelliği, söz söylemeyi ve neşeyi bırak;
ز آن که آوازت ترا در بند کرد ** خویشتن مرده پی این پند کرد
Çünkü söz söylemen seni hapse tıktı” dedi. Bu nasihati vermek için kendisini ölü gösterdi.
یعنی ای مطرب شده با عام و خاص ** مرده شو چون من که تا یابی خلاص
Yani “Ey avama karşı da, havassa karşı da nağme ve terennümde bulunan! Benim gibi öl ki kurtulasın.
دانه باشی مرغکانت بر چنند ** غنچه باشی کودکانت بر کنند
Tane gibi olursan seni kuşcağızlar toparlar, gonca gibi olursan da çocuklar yolarlar. (T.M. 1830)
دانه پنهان کن بکلی دام شو ** غنچه پنهان کن گیاه بام شو
Taneni sakla, tamamıyla tuzak görün; goncanı gizle, damda bitmiş ot gibi ol. (T.M. 1831)
هر که داد او حسن خود را در مزاد ** صد قضای بد سوی او رو نهاد 1835
Kim güzelliğini mezada çıkarırsa ona yüzlerce kötü kaza yüz gösterir.
چشمها و خشمها و رشکها ** بر سرش ریزد چو آب از مشکها
Düşmanların kem gözleri, kin ve gayızları, hasetleri; kovalardan su boşalır gibi başına boşalır.