او خدو انداخت در روی علی ** افتخار هر نبی و هر ولی
O, her peygamberin, her velînin öğündüğü Ali’nin yüzüne tükürdü.
آن خدو زد بر رخی که روی ماه ** سجده آرد پیش او در سجدهگاه
Bir yüze tükürdü ki ay, secde yerinde o yüze secde eder.
در زمان انداخت شمشیر آن علی ** کرد او اندر غزایش کاهلی3725
Ali, derhal kılıcı elinden attı, onunla savaşmadan vazgeçti.
گشت حیران آن مبارز زین عمل ** وز نمودن عفو و رحمت بیمحل
O savaşçı er, bu işe, bu yersiz af ve merhamete şaşıp kaldı.
گفت بر من تیغ تیز افراشتی ** از چه افکندی مرا بگذاشتی
Dedi ki: “Bana keskin kılıcını kaldırmıştın, neden kılıcı indirdin ve beni bıraktın?
آن چه دیدی بهتر از پیکار من ** تا شدی تو سست در اشکار من
Benimle savaşmadan daha âlâ ne gördün de beni avlamadan vazgeçtin?
آن چه دیدی که چنین خشمت نشست ** تا چنان برقی نمود و باز جست
Ne gördün ki bu derecede kızgınken kızgınlığın yatıştı; böyle bir şimşek çaktı, sonra sönüverdi?
آن چه دیدی که مرا ز آن عکس دید ** در دل و جان شعله ای آمد پدید3730
Ne gördün? O gördüğün şeyin aksi bana da vurdu; gönlümde, canımda bir şûle parladı.
آن چه دیدی برتر از کون و مکان ** که به از جان بود و بخشیدیم جان
Kevinden, mekândan yüce, candan daha iyi neydi o gördüğün ki bize can bağışladı?
در شجاعت شیر ربانی ستی ** در مروت خود که داند کیستی
Yiğitlikte Tanrı aslanasın, mürüvvette kimsin, bunu kim bilir?
در مروت ابر موسایی به تیه ** کآمد از وی خوان و نان بیشبیه
Mürüvvette Tih sahrasında Musa’nın bulutusun. O bulutta eşi görülmemiş nimetler, ekmekler yağar.”
ابرها گندم دهد کان را به جهد ** پخته و شیرین کند مردم چو شهد
Bu bulutlar, çalışıp çabalar, buğday bitirirler. Halk onu pişirip bal gibi tatlı bir hale koyarl.
ابر موسی پر رحمت بر گشاد ** پخته و شیرین بیزحمت بداد3735
Halbuki Musa’nın bulutu rahmet kanadını açar, halka zahmetsizce pişmiş ve tatlı nimetler verir.
از برای پخته خواران کرم ** رحمتش افراشت در عالم علم
O bulutun rahmeti, kerem sofrasında pişmiş yemek yiyenler için âlemde bayrak açmıştır.
تا چهل سال آن وظیفه و آن عطا ** کم نشد یک روز از آن اهل رجا
O vergi ve o ihsan, niyaz ehlinden tam kırk yıl, bir gün bile eksik olmadı.
تا هم ایشان از خسیسی خاستند ** گندنا و تره و خس خواستند
Nihayet onlar, bayağılıklarından kalkıp pırasa, tere ve marul istediler; onun üzerine kesildi.
امت احمد که هستند از کرام ** تا قیامت هست باقی آن طعام
Ahmed’in yüce ümmeti için o yemek kıyamete kadar bakidir.
چون ابیت عند ربی فاش شد ** یطعم و یسقی کنایت زاش شد3740
Peygamber’in “Rabbime misafir olurum” demesi ortalığa yayılınca, “O beni doyurur, su verir” sözü, bu mânevi yemekten kinaye oldu.
هیچ بیتاویل این را در پذیر ** تا در آید در گلو چون شهد و شیر
Bunu, hiç tevil etmeden kabul et ki boğazına bal ve süt gibi lezzetli gelsin.
ز آن که تاویل است وا داد عطا ** چون که بیند آن حقیقت را خطا
Çünkü tevil ihsan edilen şeyi geri vermektir. Çünkü tevilci hakikatı hata görür.
آن خطا دیدن ز ضعف عقل اوست ** عقل کل مغز است و عقل جزو پوست
Halbuki bu hata görmesi, aklının zayıflığındandır. Akl-ı Küll içtir, Akl-ı Cüz’i ise deridir.
خویش را تاویل کن نه اخبار را ** مغز را بد گوی نی گلزار را
Kendini tevil et, hadîsleri değil; kendi dimağına kötü de, gülbahçesine değil!
ای علی که جمله عقل و دیدهای ** شمه ای واگو از آن چه دیدهای3745
Ey baştanbaşa akıl ve göz olan Ali! Gördüğünden bir parçacık söyle.
تیغ حلمت جان ما را چاک کرد ** آب علمت خاک ما را پاک کرد
Hilim kılıcın canımızı parça parça etti; ilim suyun toprağımızı arıttı.
باز گو دانم که این اسرار هوست ** ز آن که بیشمشیر کشتن کار اوست
Açıver; biliyorum, bu Tanrı sırlarındandır. Çünkü kılıçsız adam öldürmek, ancak onun işidir.
صانع بیآلت و بیجارحه ** واهب این هدیههای رابحه
Tanrı, aletsiz, uzuvsuz bir yapıcıdır. Artıp duran bu hediyelerin vericisi odur.
صد هزاران میچشاند هوش را ** که خبر نبود دو چشم و گوش را
Akla yüz binlerce şarap tattırır ki onlardan ne iki gözün haberi vardır, ne kulağın!
باز گو ای باز عرش خوش شکار ** تا چه دیدی این زمان از کردگار3750
Ey arşta hoş bir surette evlanıp duran doğan! Bu anda Tanrı’dan ne gördün? Açıkça söyle.
چشم تو ادراک غیب آموخته ** چشمهای حاضران بر دوخته
Senin gözün gayb idrakını öğrenmiştir. Orada bulunan başkalrının gözleriyse kapalıdır.
آن یکی ماهی همیبیند عیان ** و آن یکی تاریک میبیند جهان
Birisi ayı apaçık görür, öbürüyse dünyayı kapkaranlık.
و آن یکی سه ماه میبیند به هم ** این سه کس بنشسته یک موضع نعم
Diğer birisi de bir yerde üç tane ay görür. Evet, bu üç kişi bir yerde oturmuşlardır:
چشم هر سه باز و گوش هر سه تیز ** در تو آویزان و از من در گریز
Üçünün de gözü açık, kulakları duymakta… Fakat bunlar, senin eteğine yapışmışlardır, senin adamlarındır (Hallerini sen bilirsin), benden kaçıyorlar (ben bunları bilemem).
سحر عین است این عجب لطف خفی است ** بر تو نقش گرگ و بر من یوسفی است3755
Bu hal, acaba gabya mensup bir sihir mi, yoksa gizli bir lûtuf mu? Sende bir kurt sureti mi var, bende de Yusuf sureti mi?
عالم ار هجده هزار است و فزون ** هر نظر را نیست این هجده زبون
Âlem on sekiz bin, hattâ daha fazla olsa bunların on sekizi bile her göze görünmez.
راز بگشا ای علی مرتضی ** ای پس سوء القضاء حسن القضاء
Ey Aliyyel Mürtezâ, ey kötü kaza ve kaderden sonra güzel kaza ve kader, sırrı aç;
یا تو واگو آن چه عقلت یافته ست ** یا بگویم آن چه بر من تافته ست
Ya sen akılına geleni söyle, ya ben gönlüme doğanı söyleyeyim.
از تو بر من تافت چون داری نهان ** میفشانی نور چون مه بیزبان
Bu sır, senden parladı, bana vurdu; nasıl gizleyebilirim? Ay gibi, söylemeden nur saçmakta.
لیک اگر در گفت آید قرص ماه ** شب روان را زودتر آرد به راه3760
Fakat ayın kursu, söze gelirse gece yol alanları hemencecik yola sokar.
از غلط ایمن شوند و از ذهول ** بانگ مه غالب شود بر بانگ غول
Yanlış yola gitmekten de emin olurlar, yoldan çıkmadan da. Ayın sesi, gulyabani sesinden üstün olur.
ماه بیگفتن چو باشد رهنما ** چون بگوید شد ضیا اندر ضیا
Ay, söylemeksizin yol gösterirse, söyleyince ne yapmaz, dünyayı ışığa boğar!
چون تو بابی آن مدینهی علم را ** چون شعاعی آفتاب حلم را
Madem ki sen ilim şehrine kapısın, mademki sen hilim güneşine şûlesin;
باز باش ای باب بر جویای باب ** تا رسد از تو قشور اندر لباب
Ey kapı, kapı arayanlara açıl ki kabuklar içlensin (zâhir ehli, hakikate erişsin)!
باز باش ای باب رحمت تا ابد ** بارگاه ما له کفوا أحد3765
Ey rahmet kapısı, ey eşi, naziri olmayan Tanrı dergâhı, ebede kadar açık kal!”
هر هوا و ذرهای خود منظری است ** ناگشاده کی گود کانجا دری است
Her istek, her zerre bir penceredir, fakat kör gönül nasıl olur da “Orada bir kapı vardır” der.
تا بنگشاید دری را ديدبان ** در درون هرگیز نجنبك این گمان
Gözcü, bir kapı açmadıkça gönle, orada kapı olmak ihtimali bile gelmez.
چون گشاه شد دری حیران شود ** مرغ اومید و طمع پُران شود
Fakat bir kapı açıldı mı, şaşırır. Tamah ümidinin kuşu uçup gider.
غافلی ناگه به ویران گنج یافت ** سوی هر ویران از آن پس میشتافت
Akıllı bir kişi, bir viranede ansızın define buldu, onun için her viraneye koşuyor.
تا ز درویشی نیابی تو گهر ** کی گهر جویی ز درویشی دگر3770
Sen, yoklukta bir inci bulamadıysan gayri orada ne diye inci arıyorsun?
Zan, yıllarca kendi ayağıyla koşsa burnunun direğinden ileriye geçemez (olduğu yerde sayar, durur).
تا به بینی نایدت از غیب بو ** غیر بینی هیچ میبینی بگو
Burnuna gayptan bir koku gelmedikçe, söyle… burnunun ucundan başka bir şey görebilir misin?
سوال کردن آن کافر از امیر المومنین علی علیه السلام که بر چون منی مظفر شدی شمشیر را از دست چون انداختی // پس بگفت آن نومسلمان ولی ** از سر مستی و لذت با علی
O kâfirin, Ali –Keremmallahu Vechehu- ye “Bana üstün gelmişken niçin elinden kılıcını attın?” diye sorması