English    Türkçe    فارسی   

2
1192-1241

  • بر لب جو بود دیواری بلند ** بر سر دیوار تشنه‏ی دردمند
  • Bir ırmak kıyısında yüksek bir duvar vardı. Duvarın üstünde dertli bir susuz duruyordu.
  • مانعش از آب آن دیوار بود ** از پی آب او چو ماهی زار بود
  • Suya erişmesine o duvar mâniydi. Susuz adam, âdeta su için balık gibi çırpınmaktaydı.
  • ناگهان انداخت او خشتی در آب ** بانگ آب آمد به گوشش چون خطاب‏
  • Birden suya bir kerpiç parçası attı. Suyun sesi bir göz gibi kulağına geldi.
  • چون خطاب یار شیرین لذیذ ** مست کرد آن بانگ آبش چون نبیذ 1195
  • O ses, tatlı bir sevgilinin sesi gibiydi. O ses, adamı şarap gibi sarhoş etmişti.
  • از صفای بانگ آب آن ممتحن ** گشت خشت انداز ز آن جا خشت‏کن‏
  • O mihnetlere düşmüş adam, suyun temiz sesinden hoşlanıp duvardan kerpiç kopararak suya atmaya başladı.
  • آب می‏زد بانگ یعنی هی ترا ** فایده چه زین زدن خشتی مرا
  • Su sanki “Ey adam, bana taş atmadan ne fayda elde ediyorsun ki?” diye bağırmaktaydı.
  • تشنه گفت آیا مرا دو فایده است ** من از این صنعت ندارم هیچ دست‏
  • Susuz dedi ki. “ Ey su, iki fayda var. Onun için ben bu işten el çekmem.
  • فایده‏ی اول سماع بانگ آب ** کاو بود مر تشنگان را چون رباب‏
  • Birinci fayda şu: Su sesini duymak, susuzlara rebap dinlemek gibi.
  • بانگ او چون بانگ اسرافیل شد ** مرده را زین زندگی تحویل شد 1200
  • Su sesi İsrafil’in sesine benziyor. Ölü bile bu sesten hayat bulmada.
  • یا چو بانگ رعد ایام بهار ** باغ می‏یابد از او چندین نگار
  • Yahut bu ses, bahar günlerindeki gök gürültüsü sesini andırıyor. Bu ses yüzünden bağlar, bahçeler, ne kadar güzelleşiyor, çiçeklerle dolar.
  • یا چو بر درویش ایام زکات ** یا چو بر محبوس پیغام نجات‏
  • Yahut yoksula zekât zamanını geldiği söylenmiş, mahpusa kurtuluş müjdesi verilmiş gibi.
  • چون دم رحمان بود کان از یمن ** می‏رسد سوی محمد بی‏دهن‏
  • Muhammet’e Yemen’den gelen ve ağızsız söylenen Rahman nefesine.
  • یا چو بوی احمد مرسل بود ** کان به عاصی در شفاعت می‏رسد
  • Yahut âsilere şefaate gelen Ahmed’in,
  • یا چو بوی یوسف خوب لطیف ** می‏زند بر جان یعقوب نحیف‏ 1205
  • Yahut da zayıf Yakub’un canına erişen güzel ve lâtif Yusuf’un kokusuna benziyor.
  • فایده‏ی دیگر که هر خشتی کز این ** بر کنم آیم سوی ماء معین‏
  • Öbür faydası da duvardan koparıp tertemiz suya attığım her taş, her kerpiç parçası,
  • کز کمی خشت دیوار بلند ** پست‏تر گردد به هر دفعه که کند
  • Yüksek duvarı biraz daha alçaltıyor, her defasında duvar biraz daha inmiş oluyor.
  • پستی دیوار قربی می‏شود ** فصل او درمان وصلی می‏بود
  • Duvarın alçalması, suya yaklaşmama sebep olmakta. Duvarın ortadan kalkması vuslata çare bulmakta.”
  • سجده آمد کندن خشت لزب ** موجب قربی که و اسجد و اقترب‏
  • Duvardaki o taşları, kerpiçleri koparmak “Secde et de yaklaş” ayetindeki yakınlığı mucip olan secdedir.
  • تا که این دیوار عالی گردن است ** مانع این سر فرود آوردن است‏ 1210
  • Duvarın boynu yüksekken bu baş indirmeğe mânidir.
  • سجده نتوان کرد بر آب حیات ** تا نیابم زین تن خاکی نجات‏
  • Bu toprak bedenden kurtulmadıkça Âbıhayata secde edemem.
  • بر سر دیوار هر کاو تشنه‏تر ** زودتر بر می‏کند خشت و مدر
  • Duvar üstündekilerden en fazla susuz kimse; taşı, topacı en çabuk koparıp atan da odur.
  • هر که عاشق تر بود بر بانگ آب ** او کلوخ زفت تر کند از حجاب‏
  • Suyun sesine en fazla âşık olan duvardan en büyük taşı koparıp atar.
  • او ز بانگ آب پر می تا عنق ** نشنود بیگانه جز بانگ بلق‏
  • O adam, suyun sesinden, âdeta boğazına kadar şaraba batmışçasına neşelenir. Yabancı kişi ise kerpicin suya düşünce bluk diye çıkardığı sesten başka bir şey duymaz.
  • ای خنک آن را که او ایام پیش ** مغتنم دارد گزارد وام خویش‏ 1215
  • Ne mutlu o kişiye ki gençlik çağını ganimet bilir de borcunu öder.
  • اندر آن ایام کش قدرت بود ** صحت و زور دل و قوت بود
  • Kudretli olduğu günlerde sıhhatli, güçlü, kuvvetli bulunduğu zamanlarda bu işi başarır.
  • و آن جوانی همچو باغ سبز و تر ** می‏رساند بی‏دریغی بار و بر
  • Çünkü gençlik çağı, yemyeşil, terütaze bir bahçe gibi esirgemeksizin meyveleri yetiştirir.
  • چشمه‏های قوت و شهوت روان ** سبز می‏گردد زمین تن بدان‏
  • Genç adamın kuvvet ve şehvet çeşmeleri akıp durur. Bedenin zeminini onlarla yeşertir.
  • خانه‏ی معمور و سقفش بس بلند ** معتدل ارکان و بی‏تخلیط و بند
  • Gençlik; mamur, tavanı adamakıllı yüksek, dört duvarı sapasağlam bir eve benzer.
  • پیش از آن که ایام پیری در رسد ** گردنت بندد به حبل من مسد 1220
  • Ne mutlu o kişiye ki ihtiyarlık günleri gelip çatmadan, boynunu liften yapılmış iple bağlamadan…
  • خاک شوره گردد و ریزان و سست ** هرگز از شوره نبات خوش نرست‏
  • Toprak çoraklaşıp akmadan, kaymadan işini başarmıştır. Çünkü çorak yerden güzel nebatat asla yetişmez.
  • آب زور و آب شهوت منقطع ** او ز خویش و دیگران نامنتفع‏
  • İhtiyarın gücü, kuvveti kesilir, şehvet suyu akmaz olur. Kendisinden de faydalanmaz, başkalarına da faydası dokunmaz.
  • ابروان چون پالدم زیر آمده ** چشم را نم آمده تاری شده‏
  • Kaşları eyer kuskunu gibi aşağı düşer, gözü yaşarır, görmez olur.
  • از تشنج رو چو پشت سوسمار ** رفته نطق و طعم و دندانها ز کار
  • Yüzü buruşur, kertenkele sırtına döner. Söz söyleyemez, tat alamaz olur, dişleri bir şey kesmez bir hale gelir.
  • روز بی‏گه لاشه لنگ و ره دراز ** کارگه ویران عمل رفته ز ساز 1225
  • Gün geçip gitmiş, akşam çağı gelip çatmış, leş gibi beden topallamakta, yolsa uzun. İş görülecek yer yıkık iş işten geçmiş..
  • بیخهای خوی بد محکم شده ** قوت بر کندن آن کم شده‏
  • Kötü huyların kökleri kuvvetlenmiş, onu kökünden söküp çıkarma kuvveti de azalmış!
  • فرمودن والی آن مرد را که این خار بن را که نشانده‏ای بر سر راه بر کن
  • Valinin, yola diken ekene “Yola diktiğin dikenleri sök” diye emir vermesi
  • همچو آن شخص درشت خوش سخن ** در میان ره نشاند او خار بن‏
  • Bu iş, o tatlı sözlü, fakat kötü huylu adamın yol üstüne diken dikmesine benzer.
  • ره گذریانش ملامت‏گر شدند ** بس بگفتندش بکن این را نکند
  • Yoldan geçenler ona darılmaya başladılar, bu dikenleri sök diye bir hayli söylediler, fakat fayda etmedi.
  • هر دمی آن خار بن افزون شدی ** پای خلق از زخم آن پر خون شدی‏
  • Her an o dikenler çoğalmakta, halkın ayağı dikenler yüzünden kanamaktaydı.
  • جامه‏های خلق بدریدی ز خار ** پای درویشان بخستی زار زار 1230
  • Halkın elbisesi dikenlerden yırtılmakta, yoksulların ayakları paramparça olmaktaydı.
  • چون به جد حاکم بدو گفت این بکن ** گفت آری بر کنم روزیش من‏
  • Vali, ona “Mutlaka bunları sök” dedikçe. “ Evet, bir gün sökerim” diyordu.
  • مدتی فردا و فردا وعده داد ** شد درخت خار او محکم نهاد
  • Bir müddet “Yarın, yarın” diye vade verip durdu. Bu müddet için de diktiği dikenler kökleşti, kuvvetlendi.
  • گفت روزی حاکمش ای وعده کژ** پیش آ در کار ما وا پس مغژ
  • Vali, bir gün “ Ey vadin de durmayan, beri gel, emrettiğimiz işi sürüncemede bırakma” dedi.
  • گفت الایام یا عم بیننا ** گفت عجل لا تماطل دیننا
  • Adam dedi ki: Babacığım, bir hayli gün var, bugün olmazsa yarın! ”Vali “ Hayır, acele davran, işi savsaklama.
  • تو که می‏گویی که فردا این بدان ** که به هر روزی که می‏آید زمان‏ 1235
  • Sen bu işi yarın görürüm diyorsun ama şunu bil ki gün geçtikçe,
  • آن درخت بد جوان‏تر می‏شود ** وین کننده پیر و مضطر می‏شود
  • O dikenler daha ziyade yeşeriyor, dikeni sökecek de ihtiyarlayıp âciz bir hale geliyor.
  • خار بن در قوت و برخاستن ** خار کن در پیری و در کاستن‏
  • Diken kuvvetlenmekte, büyümekte, diken sökecekse ihtiyarlamakta, kuvvetten düşmekte.
  • خار بن هر روز و هر دم سبز و تر ** خار کن هر روز زار و خشکتر
  • Diken her gün, her an yeşerip tazelenmekte. Diken her gün perişan bir hale gelmekte, kuruyup kalmakta!
  • او جوانتر می‏شود تو پیرتر ** زود باش و روزگار خود مبر
  • O daha ziyade gençleşiyor, sen daha fazla ihtiyarlıyorsun. Çabuk ol, zamanını geçirme” dedi.
  • خار بن دان هر یکی خوی بدت ** بارها در پای خار آخر زدت‏ 1240
  • Her kötü huyunu bir diken bil; dikenler kaç keredir senin ayağını zedelemekte.
  • بارها از خوی خود خسته شدی ** حس نداری سخت بی‏حس آمدی‏
  • Nice defalardır kötü huydan perişan bir hale düştün. Fakat duygun yok ki. Pek duygusuzlaştın.