-
مصطفی فرمود از گفت جحیم ** کاو به مومن لابه گر گردد ز بیم
- Mustafa, cehennemin sözünü naklederek buyurdu ki: “ Cehennem, korkusundan mümine yalvararak,
-
گویدش بگذر ز من ای شاه زود ** هین که نورت سوز نارم را ربود
- “Padişahım, çabuk geç, Nurun, ateşimi söndürecek” der.
-
پس هلاک نار نور مومن است ** ز انکه بیضد دفع ضد لا یمکن است 1250
- Şu halde ateşi helâk eden, müminin nurudur. Çünkü bir şeyi zıddından başka bir şeyle gidermek imkânsızdır.
-
نار ضد نور باشد روز عدل ** کان ز قهر انگیخته شد این ز فضل
- Adalet gününde ateş, nurun zıddıdır, zira ateş kahırdan meydana gelmedir, nur, ihsan ve fazıldan.
-
گر همیخواهی تو دفع شر نار ** آب رحمت بر دل آتش گمار
- Ateşin şerrini defetmek istiyorsan ateşin gönlüne rahmet suyunu saç!
-
چشمهی آن آب رحمت مومن است ** آب حیوان روح پاک محسن است
- O rahmet suyunun kaynağı mümindir. Âbıhayat, ihsan sahibinin pak ruhudur.
-
بس گریزان است نفس تو از او ** ز انکه تو از آتشی او آب جو
- Nefsin ondan kaçmakta. Çünkü sen ateştensin, o su, ırmak suyu.
-
ز آب آتش ز آن گریزان میشود ** کاتشش از آب ویران میشود 1255
- Ateş, sudan söndüğündendir ki sudan kaçmaktadır.
-
حس و فکر تو همه از آتش است ** حس شیخ و فکر او نور خوش است
- Senin duygun, fikrin hep ateşten. Şeyhin duygusu ve fikri ise o güzel nur.
-
آب نور او چو برآتش چکد ** چک چک از آتش بر آید بر جهد
- Onun nur suyu ateşe damladı mı ateşten cız, cız sesi çıkmaya başlar.
-
چون کند چک چک تو گویش مرگ و درد ** تا شود این دوزخ نفس تو سرد
- O cızladıkça sen ona “ Öl, bit” de ki, bu nefis cehennemin sönsün.
-
تا نسوزد او گلستان تو را ** تا نسوزد عدل و احسان تو را
- Sönsün ki senin gül bahçeni yakmasın; senin adalet ve ihsanını söndürmesin.
-
بعد از آن چیزی که کاری بردهد ** لاله و نسرین و سیسنبردهد 1260
- O söndükten sonra ne dikersen biter… Lâleler, ak güller, marsamalar çıkar.
-
باز پهنا میرویم از راه راست ** باز گرد ای خواجه راه ما کجاست
- Yine doğru yoldan alabildiğine gidiyoruz. Hocam, dön geri, yolumuz nerede?
-
اندر آن تقریر بودیم ای حسود ** که خرت لنگ است و منزل دور زود
- Şunu anlatıyorduk: Hasetçi adam, senin eşeğin topal, konak yeri de adamakıllı uzak.
-
سال بیگه گشت وقت کشت نی ** جز سیه رویی و فعل زشت نی
- Yıl geçti, ekin vakti değil. Yüz karalığından, kötü işten başka da mahsul yok.
-
کرم در بیخ درخت تن فتاد ** بایدش بر کند و در آتش نهاد
- Ten ağacına kurt düştü. Onu söküp ateşe atmak lâzım.
-
هین و هین ای راه رو بیگاه شد ** آفتاب عمر سوی چاه شد 1265
- Yolcu, kendine gel, kendine… Vakit geçti, ömür güneşi kuyuya doğruldu.
-
این دو روزک را که زورت هست زود ** پیر افشانی بکن از راه جود
- Bu iki günceğizinde olsun, kuvvetin varken kocalığını Hak yoluna sarf et.
-
این قدر تخمی که مانده ستت بباز ** تا بروید زین دو دم عمر دراز
- Elinde kalan şu kadarcık tohumu olsun ek de bu iki anlık müddetten uzun bir ömür bitsin.
-
تا نمرده ست این چراغ با گهر ** هین فتیلهاش ساز و روغن زودتر
- Bu aydın çırağ sönmeden kendine gel de hemen fitilini düzelt, yağını tazele.
-
هین مگو فردا که فرداها گذشت ** تا به کلی نگذرد ایام کشت
- Yarın yaparım deme. Nice yarınlar geçti. Ekin zamanı tamamıyla geçmesin ,agâh ol!
-
پند من بشنو که تن بند قوی است ** کهنه بیرون کن گرت میل نوی است 1270
- Nasihatimi dinle: Ten, kuvvetli bir bağdır. Yeniyi istiyorsan, eskiden soyun!
-
لب ببند و کف پر زر بر گشا ** بخل تن بگذار و پیش آور سخا
- Dudağını yum, altın dolu avucunu aç. Ten nekesliğini bırak, cömertliği ele al.
-
ترک شهوتها و لذتها سخاست ** هر که در شهوت فرو شد بر نخاست
- Cömertlik, şehvetleri, lezzetleri terk etmedir. Şehvet yüzünden düşen kalkmamıştır.
-
این سخا شاخی است از سرو بهشت ** وای او کز کف چنین شاخی بهشت
- Bu cömertlik, cennet selvisinin bir dalıdır. Yazıklar olsun böyle bir dalı elinden bırakana.
-
عروة الوثقی است این ترک هوا ** بر کشد این شاخ جان را بر سما
- Bu heva ve hevesi bırakma, sapasağlam bir iptir. Bu dal, canı göğe çeker.
-
تا برد شاخ سخا ای خوب کیش ** مر ترا بالا کشان تا اصل خویش 1275
- Ey güzel yollu, cömertlik dalı seni yukarı çeke, çeke aslına eriştirdi mi,
-
یوسف حسنی و این عالم چو چاه ** وین رسن صبر است بر امر اله
- Güzellik Yusuf’un, bu âlem kuyu gibidir. Bu ip de Allah emrine sabretmedir.
-
یوسفا آمد رسن در زن دو دست ** از رسن غافل مشو بیگه شده ست
- Ey Yusuf, ip sarktı, iki elinle yapış. İpten gafil olma, vakit geçiyor.
-
حمد لله کین رسن آویختند ** فضل و رحمت را بهم آمیختند
- Allah’a hamdolsun ki bu ipi sarkıttılar, fazıl ve rahmeti birbirine kattılar.
-
تا ببینی عالم جان جدید ** عالم بس آشکار ناپدید
- Bu ipe yapış da yeni bir can âlemi apaşikar, fakat görünmez bir âlem göresin.
-
این جهان نیست چون هستان شده ** و آن جهان هست بس پنهان شده 1280
- Hakikatte yok olan şu cihan var gibi görünmekte, hakikatte var olan cihan da adamakıllı gizlenmede.
-
خاک بر باد است و بازی میکند ** کژنمایی پرده سازی میکند
- Rüzgâr esti mi toz toprak görünür, uçup savrulur, rüzgâr görünmez. Toz toprak kendisini gösterir, rüzgâra perde olur.
-
اینکه بر کار است بیکار است و پوست ** و انکه پنهان است مغز و اصل اوست
- Zahiren iş işleyen, hakikatte işsizdir, deriden ibarettir. Gizli olan içtir; asıl odur.
-
خاک همچون آلتی در دست باد ** باد را دان عالی و عالی نژاد
- Toprak, rüzgârın elinde bir alete benzer. Asıl toprağı yüce ve tabiatı yüksek bil.
-
چشم خاکی را به خاک افتد نظر ** باد بین چشمی بود نوعی دگر
- Toprağa mensup gözün bakışı da toprağa düşer. Rüzgârı gören göz başka bir çeşittir.
-
اسب داند اسب را کاو هست یار ** هم سواری داند احوال سوار 1285
- Atı at bilir; at, atın eşitidir. Binicinin ahvalini de binici bilir.
-
چشم حس اسب است و نور حق سوار ** بیسواره اسب خود ناید به کار
- Duygu gözü attır, binici Hak nuru. Binici olmadıkça at, zaten işe yaramaz ki.
-
پس ادب کن اسب را از خوی بد ** ور نه پیش شاه باشد اسب رد
- Şu halde ata terbiye ver, kötü huyunu terk ettir. Yoksa padişah onu kabul etmez.
-
چشم اسب از چشم شه رهبر بود ** چشم او بیچشم شه مضطر بود
- Atın gözüne yol gösteren, padişahın gözüdür. Padişahın gözü olmadıkça at, bir şey göremez.
-
چشم اسبان جز گیاه و جز چرا ** هر کجا خوانی بگوید نه چرا
- Atların gözleri, ottan, otlaktan başka bir yerde değildir. Onları buralardan başka nereye çağırsan “ gelmem, niye geleyim” derler.
-
نور حق بر نور حس راکب شود ** آن گهی جان سوی حق راغب شود 1290
- Allah nuru, duygu nuruna binmiştir de ondan sonra can, Allah’a rağbet etmiştir.
-
اسب بیراکب چه داند رسم راه ** شاه باید تا بداند شاه راه
- Binici olmayan at yol gitmeyi ne bilir? Doğru ve ana caddeyi bilmek için padişah lâzım.
-
سوی حسی رو که نورش راکب است ** حس را آن نور نیکو صاحب است
- Nuru, binici olan duyguya doğrul. O onur, duyguya ne güzel bir sahiptir.
-
نور حس را نور حق تزیین بود ** معنی نور علی نور این بود
- His nurunu bezeyen, Allah nurudur. Bu suretle “Nur üstüne nur” ayetinin manası zuhur eder.
-
نور حسی میکشد سوی ثری ** نور حقش میبرد سوی علی
- His nuru adamı yere çeker, Hak nuru Kevser ırmağına götürür.
-
ز انکه محسوسات دونتر عالمی است ** نور حق دریا و حس چون شبنمی است 1295
- Çünkü duygularla idrak edilen âlem, çok aşağılık bir âlemdir. Allah nuru bir denizdir, duygu ise bir çiğ tanesi gibi.
-
لیک پیدا نیست آن راکب بر او ** جز به آثار و به گفتار نکو
- Fakat duyguya binmiş olan meydanda değildir, iyi eserlerinden, güzel sözlerinden başka bir şey görünmez.
-
نور حسی کاو غلیظ است و گران ** هست پنهان در سواد دیدهگان
- Duyguya mensup olan nur bile, kesif ve cismani olmakla beraber gözlerin karasında gizlidir.