-
مهر مومش حاکی انگشتری است ** باز آن نقش نگین حاکی کیست 1325
- Mumundaki mühür, bir yüzüğe alamettir, onu hatırlatır, ya asıl o yüzük de ki nakış kimin alametidir, kimi hatırlatmaktadır?
-
حاکی اندیشهی آن زرگر است ** سلسلهی هر حلقه اندر دیگر است
- O nakış, efkârının her halkası, öbürüne geçmiş, bu suretle birbirine zincirlenmiş olan o Zerger’in fikrini anlatır.
-
این صدا در کوه دلها بانگ کی ست ** گه پرست از بانگ این که گه تهی است
- Gönül dağlarındaki bu ses kimin? Bu dağ, gâh sesle dopdolu, gâh bomboş ve sessiz.
-
هر کجا هست او حکیم است اوستاد ** بانگ او زین کوه دل خالی مباد
- Ev sahibi, nerde olursa olsun hâkim ve üstatdır, yaptığı iş yerli yerindedir. Bu gönül dağı, onun sesinden hâli kalmasın!
-
هست که کاوا مثنا میکند ** هست که کآواز صد تا میکند
- Dağ vardır, sesi iki misli aksettirir… Dağ vardır, yüz misli.
-
میزهاند کوه از آن آواز و قال ** صد هزاران چشمهی آب زلال 1330
- Dağ; o sesten, o sözden yüz binlerce halis ve sâf kaynaklar sızdırır.
-
چون ز کوه آن لطف بیرون میشود ** آبها در چشمهها خون میشود
- Fakat dağdan o lütuf kesildi mi sular, kaynaklarında kan kesilir.
-
ز آن شهنشاه همایون نعل بود ** که سراسر طور سینا لعل بود
- O kadehi kutlu padişahlar padişahı yüzünden Tûr dağı lâl haline geldi.
-
جان پذیرفت و خرد اجزای کوه ** ما کم از سنگیم آخر ای گروه
- Dağın cüzileri canlandı, akıllandı. Ey halk biz bir taştan da aşağı mıyız ki?
-
نه ز جان یک چشمه جوشان میشود ** نه بدن از سبز پوشان میشود
- Ne candan bir çeşme coşmakta, ne beden yeşiller giymiş ruhanilere katılmakta…
-
نه صدای بانگ مشتاقی در او ** نه صفای جرعهی ساقی در او 1335
- Onda ne bir iştiyak sahibinin sesi var, ne sâkinin bir yudum şarabının neşesi!
-
کو حمیت تا ز تیشه و ز کلند ** این چنین که را بکلی بر کنند
- Nerde hamiyet ki böyle bir dağı; keserle, çapayla, neyle olursa kökünden yıksın.
-
بو که بر اجزای او تابد مهی ** بو که در وی تاب مه یابد رهی
- Belki cüzilerine bir ay parıltısı vurur, belki ay ışığı, ona yol bulur!
-
چون قیامت کوهها را بر کند ** پس قیامت این کرم کی میکند
- Kıyamette dağlar yerlerinden sökülecek… Senin bir davranman da ne vakit böyle bir keremde bulunacak?
-
این قیامت ز آن قیامت کی کم است ** آن قیامت زخم و این چون مرهم است
- Bu kıyamet, o kıyametten nasıl olur da aşağı sayılır? O kıyamet yaradır, bu, merheme benzer.
-
هر که دید این مرهم از زخم ایمن است ** هر بدی کاین حسن دید او محسن است 1340
- Bu merhemi gören yaradan kurtulmuştur. Bu güzelliği gören kötü kişi bile ihsan sahibidir.
-
ای خنک زشتی که خویش شد حریف ** و ای گل رویی که جفتش شد خریف
- Ne mutlu o çirkine ki güzele eş, arkadaş oldu; vah eşi kış olan gül yüzlüye!
-
نان مرده چون حریف جان شود ** زنده گردد نان و عین آن شود
- Ölmüş eşek cana eş olunca dirilir, canın ta kendisi olur.
-
هیزم تیره حریف نار شد ** تیرگی رفت و همه انوار شد
- Kara odun ateşe eş olur, karalığa gider, baştanbaşa nur kesilir.
-
در نمکلان چون خر مرده فتاد ** آن خری و مردگی یک سو نهاد
- Ölmüş eşek tuzluya düşünce eşekliği, murdarlığı bir tarafta kalır.
-
صبغة الله هست خم رنگ هو ** پیسها یک رنگ گردد اندر او 1345
- Allah gününün rengi Allah boyasıdır. Onda her şey bir renge boyanır.
-
چون در آن خم افتد و گوییش قم ** از طرب گوید منم خم لا تلم
- Birisi küpe düşse de sen, ona kalk desen neşesinden “ Beni kınama. Küp benim” der.
-
آن منم خم خود انا الحق گفتن است ** رنگ آتش دارد الا آهن است
- O “ Ben küpüm” demek “ Ben, Hakkım” demektir. Demir demirdir ama ateş rengine girmiş, o renge boyanmıştır.
-
رنگ آهن محو رنگ آتش است ** ز آتشی میلافد و خامشوش است
- Demirin rengi, ateşin renginde mahvolmuştur. Sükût eder gibi görünmekle beraber ateş olduğundan da dem vurmaktadır.
-
چون به سرخی گشت همچون زر کان ** پس انا النار است لافش بیزبان
- Madendeki altın gibi kızarınca sözü; ağızsız, dudaksız “ Ben ateşim” sözüdür.
-
شد ز رنگ و طبع آتش محتشم ** گوید او من آتشم من آتشم 1350
- Ateşin rengiyle, ateşin tabiatıyla ululanmıştır da der ki: “ Ben ateşim, ben ateş!
-
آتشم من گر ترا شک است و ظن ** آزمون کن دست را بر من بزن
- Sen şüpheye düşsen de ben ateşim, istersen bir tecrübe et, elini sür.
-
آتشم من بر تو گر شد مشتبه ** روی خود بر روی من یک دم بنه
- Ben ateşim, eğer şüphe ediyorsan bir an olsun yüzünü bana koy! ”
-
آدمی چون نور گیرد از خدا ** هست مسجود ملایک ز اجتبا
- Âdemoğlu, Allah’tan nurlanırsa seçilir de meleklerin mescudu olur.
-
نیز مسجود کسی کاو چون ملک ** رسته باشد جانش از طغیان و شک
- Canı melek gibi azgınlıktan ve şüpheden kurtulan kişi de âlemde secde eder.
-
آتش چه آهن چه لب ببند ** ریش تشبیه مشبه را مخند 1355
- Ateş nedir, demir nedir? Dudağını yum. Bu benzetişte bulunanla alay etme.
-
پای در دریا منه کم گوی از آن ** بر لب دریا خمش کن لب گزان
- Ayağını denize pek basma, denizden çok bahsetme… Dudağını ısırarak susup kıyısında dur!
-
گر چه صد چون من ندارد تاب بحر ** لیک مینشکیبم از غرقاب بحر
- Benim gibi yüzlercesi bile denize tahammül edemezler. Fakat yine de denizde boğulmaktan korkmuyor, ona dalmadan duramıyorum.
-
جان و عقل من فدای بحر باد ** خونبهای عقل و جان این بحر داد
- Canım da denize feda olsun, aklım da. Canın da kan diyetini bu deniz vermekte, aklın da.
-
تا که پایم میرود رانم در او ** چون نماند پا چو بطانم در او
- Ayağım oldukça denizde yürürüm, ayağım kalmazsa yine su kuşları gibi denize dalarım.
-
بیادب حاضر ز غایب خوشتر است ** حلقه گر چه کژ بود نه بر در است 1360
- Huzur da bulunan bîedep kişi huzurda bulunmayan kişiden daha hoştur. Halka da eğridir ama nihayet kapıda değil mi?
-
ای تن آلوده به گرد حوض گرد ** پاک کی گردد برون حوض مرد
- Ey teni bulaşmış, pisleşmiş kişi, havuz kenarında dön dolaş. İnsan, havuzun dışındayken nasıl temizlenir?
-
پاک کاو از حوض مهجور اوفتاد ** او ز پاکی خویش هم دور اوفتاد
- Havuzdan uzak düşen kişi nasıl temiz olur? O adam bâtın temizliğinden bile uzak düşmüştür.
-
پاکی این حوض بیپایان بود ** پاکی اجسام کم میزان بود
- Bu havuzun temizliğinin haddi yoktur. Cisimlerin temizliği ise pek az bir miktarda olabilir.
-
ز انکه دل حوض است لیکن در کمین ** سوی دریا راه پنهان دارد این
- Çünkü gönül havuzdur ama gizli. Bu havuzun, denize gizli bir yolu var.
-
پاکی محدود تو خواهد مدد ** ور نه اندر خرج کم گردد عدد 1365
- Senin muayyen miktardaki temizliğin yardım ister. Yoksa sayılı şey harcandıkça azalır.
-
آب گفت آلوده را در من شتاب ** گفت آلوده که دارم شرم از آب
- Su, pis adama “ Bana koş” der. Pis adamsa “ Sudan utanıyorum” der.
-
گفت آب این شرم بیمن کی رود ** بیمن این آلوده زایل کی شود
- Su der ki: “ Bu utanma, bensiz nasıl zail olur, bu pislik, bensiz nasıl temizlenir?”
-
ز آب هر آلوده کاو پنهان شود ** الحیاء یمنع الإیمان بود
- Bulaşık ve pis adam; sudan utanır, gizlenirse bu utanma, “Hayâ, imana mânidir” sözünün tahakkukuna sebep olur.
-
دل ز پایهی حوض تن گلناک شد ** تن ز آب حوض دلها پاک شد
- Gönül, ten havuzunda çamura bulandı ama ten, gönül havuzunda arındı.
-
گرد پایهی حوض دل گرد ای پسر ** هان ز پایهی حوض تن میکن حذر 1370
- Oğul, gönül havuzunun çevresinde olan, ten havuzundan sakın!
-
بحر تن بر بحر دل بر هم زنان ** در میانشان برزخ لا یبغیان
- Ten deniziyle gönül denizi birbirine bitişiktir, fakat aralarında bir berzah var, birbirlerine karışmazlar.
-
گر تو باشی راست ور باشی تو کژ ** پیشتر میغژ بدو واپس مغژ
- İster doğru ol, ister eğri. O gönül havuzuna doğru gel, geri kalma.
-
پیش شاهان گر خطر باشد به جان ** لیک نشکیبد از او با همتان
- Padişahların huzurunda can tehlikesi var ama himmetleri yüce kişiler can korkusu yüzünden padişahtan çekinmezler.
-
شاه چون شیرینتر از شکر بود ** جان به شیرینی رود خوشتر بود
- Padişah, şekerden daha tatlı olunca canın tatlılığına gitmesi de daha hoş, daha doğru.