-
دوستان بین، کو نشان دوستان ** دوستان را رنج باشد همچو جان
- Dostlara bak! Hani dost olanların nişanesi? Dostlara zahmet can gibi sevimlidir.
-
کی کران گیرد ز رنج دوست دوست ** رنج مغز و دوستی آن را چو پوست
- Dosta, dostun zahmeti ağır gelir mi? Zahmet içtir, ruhtur. Dostluksa onun derisine benzer.
-
نه نشان دوستی شد سر خوشی ** در بلا و آفت و محنت کشی 1460
- Dostluk nişanesi belâdan, afetlerden, mihnetlerden hoşlanmak değil midir?
-
دوست همچون زر بلا چون آتش است ** زر خالص در دل آتش خوش است
- Dost altın gibidir. Belâ da ateşe benzer. Halis altın, ateş içinde saf bir hale gelir”
-
امتحان کردن خواجهی لقمان زیرکی لقمان را
- Efendisinin Lokman’ı sınaması
-
نه که لقمان را که بندهی پاک بود ** روز و شب در بندگی چالاک بود
- Tertemiz bir kul olan Lokman, gece gündüz kullukta çevik ve gayretli değil miydi?
-
خواجهاش میداشتی در کار پیش ** بهترش دیدی ز فرزندان خویش
- Efendisi, onu ileri tutar, oğullarından üstün görürdü.
-
ز انکه لقمان گر چه بنده زاد بود ** خواجه بود و از هوا آزاد بود
- Çünkü lokman, filvaki kuloğluydu ama efendiydi, heva ve hevesten hürdü.
-
گفت شاهی شیخ را اندر سخن ** چیزی از بخشش ز من درخواست کن 1465
- Bir padişah, konuşma esnasında bir şeyhe dedi ki: “ Benden bir şey dile”
-
گفت ای شه شرم ناید مر ترا ** که چنین گویی مرا زین برتر آ
- Şeyh “ Padişahım, bana böyle söylemekten utanmıyor musun? Hele biraz daha yüksel!
-
من دو بنده دارم و ایشان حقیر ** و آن دو بر تو حاکمانند و امیر
- Benim iki kulum var. Onlar hor hakir kişilerdir ama ikisi de sana hükmederler, ikisi de emrederler” dedi.
-
گفت شه آن دو چهاند این زلت است ** گفت آن یک خشم و دیگر شهوت است
- Padişah “Bu söz hatalı bir söz. O iki kul kimler ?” deyince, şeyh “ Birisi kızmak, öbürü şehvet” dedi.
-
شاه آن دان کاو ز شاهی فارغ است ** بیمه و خورشید نورش بازغ است
- Padişahlıktan feragat edeni padişah bil. Onun nuru ayla güneş olmaksızın da parlar durur.
-
مخزن آن دارد که مخزن ذات اوست ** هستی او دارد که با هستی عدوست 1470
- Mahzene sahip olan, zatı mahzen olmuş kişidir. Varlığa, mağlûp olan, varlığa düşman olan kişidir.
-
خواجهی لقمان به ظاهر خواجهوش ** در حقیقت بنده، لقمان خواجهاش
- Lokman’ın efendisi, görünüşte onun efendisiydi ama hakikatte Lokman’ın kuluydu.
-
در جهان باژگونه زین بسی است ** در نظرشان گوهری کم از خسی است
- Bu ters dünyada benzerler pek çoktur. Onların nazarında bir gevher, çöp parçasından da bayağıdır.
-
مر بیابان را مفازه نام شد ** نام و رنگی عقلشان را دام شد
- Her çöle, geçip kurtulunacak yer adı verilmiştir. Ad ve suret, halkın akıllarına tuzaktır.
-
یک گره را خود معرف جامه است ** در قبا گویند کاو از عامه است
- Bir güruhu, elbisesi tanıtır. Onu o libasla görünce avamdan derler.
-
یک گره را ظاهر سالوس زهد ** نور باید تا بود جاسوس زهد 1475
- Mürailik sureti de bir güruhun adını zâhitliğe çıkarmıştır. Hâlbuki kendisi riyaya boğulmuştur.
-
نور باید پاک از تقلید و غول ** تا شناسد مرد را بیفعل و قول
- Taklitten, kapıp kaçmadan arınmış nur gerek ki, onu, sözünü dinlemeden, işini görmeden tanısın.
-
در رود در قلب او از راه عقل ** نقد او بیند نباشد بند نقل
- Bu nura sahip olan, akıl yoluyla onun kalbine girer, nakdini görür, nakil ve rivayete bağlanmaz.
-
بندگان خاص علام الغیوب ** در جهان جان جواسیس القلوب
- Gaybı adamakıllı bilen Allah’ın has kulları can âleminde kalp casuslarıdır.
-
در درون دل در آید چون خیال ** پیش او مکشوف باشد سر حال
- Hayal gibi gönle girerler. Gizli şey ve hal, onların önünde apaçıktır.
-
در تن گنجشک چه بود برگ و ساز ** که شود پوشیده آن بر عقل باز 1480
- Serçenin vücudunda ne kuvvet, ne kudret vardır ki sırrı, doğanın aklından gizli kalsın?
-
آن که واقف گشت بر اسرار هو ** سر مخلوقات چه بود پیش او
- Allah sırlarına vakıf olan kişinin önünde mahlûkatın sırrı nedir ki?
-
آن که بر افلاک رفتارش بود ** بر زمین رفتن چه دشوارش بود
- Göklere çıkan adama yeryüzünde yürümek güç gelir mi?
-
در کف داود کاهن گشت موم ** موم چه بود در کف او ای ظلوم
- Be zalim, Davut’un elinde demir mum haline gelir, erirdi, artık onun avucunda mum ne oluyor?
-
بود لقمان بنده شکلی خواجهای ** بندگی بر ظاهرش دیباجهای
- Lokman, kul şeklinde bir efendiydi. Kulluğu, yalnız zahiri bir görünüşten ibaretti.
-
چون رود خواجه به جای ناشناس ** در غلام خویش پوشاند لباس 1485
- Meselâ, efendi tanımadık bir yere giderse kuluna elbisesini giydirir.
-
او بپوشد جامههای آن غلام ** مر غلام خویش را سازد امام
- Kendisi de o kölenin libaslarını giyer, köleyi kendisine efendi yapar.
-
در پیش چون بندگان در ره شود ** تا نباید زو کسی آگه شود
- Kullar gibi onun ardından yürür. Bu suretle kendisini kimseye tanıtmaz.
-
گوید ای بنده تو رو بر صدر شین ** من بگیرم کفش چون بندهی کهین
- Ey kul, sen başköşeye otur. Ben, eski bir kul gibi ayakkabılarını götüreyim.
-
تو درشتی کن مرا دشنام ده ** مر مرا تو هیچ توقیری منه
- Sen sertlik et, bana söv, hiçbir suretle ağırlama.
-
ترک خدمت خدمت تو داشتم ** تا به غربت تخم حیلت کاشتم 1490
- Şimdi hizmetin, bence bana hizmet etmeyi bırakmadan ibarettir. Ben, bu suretle gurbet diyarında bile tohumu ekeceğim” der.
-
خواجگان این بندگیها کردهاند ** تا گمان آید که ایشان بردهاند
- Efendiler, kendilerini kul sanılsınlar diye kulluğu kabul etmişlerdir.
-
چشم پر بودند و سیر از خواجگی ** کارها را کردهاند آمادگی
- Onların gözleri toktur, efendiliğe doymuşlardır, kendilerine lâzım olan işi yapa gelmişlerdir.
-
وین غلامان هوا بر عکس آن ** خویشتن بنموده خواجهی عقل و جان
- Hâlbuki bu heva ve heves kulları, onların aksine kendilerini akıl ve can efendisi gösterirler.
-
آید از خواجه ره افکندگی ** ناید از بنده بغیر بندگی
- Efendi kulluk edebilir. Fakat kuldan kulluktan başka bir şey zuhur edemez ki.
-
پس از آن عالم بدین عالم چنان ** تعبیتها هست بر عکس این بدان 1495
- Şunu bil ki o âlemden bu âleme böyle tersine akseden nice şeyler vardır.
-
خواجهی لقمان از این حال نهان ** بود واقف دیده بود از وی نشان
- Lokman’ın efendisi bu gizli hali biliyordu, ondan bir nişane görmüştü.
-
راز میدانست و خوش میراند خر ** از برای مصلحت آن راهبر
- Sırrı bildiği için o yol gösterici, iş başarmak için eşeğini güzelce sürmekteydi.
-
مر و را آزاد کردی از نخست ** لیک خشنودی لقمان را بجست
- Lokman’ı daha önceden azat ederdi ama hoşnutluğunu diliyordu.
-
ز انکه لقمان را مراد این بود تا ** کس نداند سر آن شیر و فتی
- Çünkü Lokman’ın muradı buydu. O aslan, o yiğit, istiyordu ki kimse sırrına ermesin.
-
چه عجب گر سر ز بد پنهان کنی ** این عجب که سر ز خود پنهان کنی 1500
- Sırrını kötülerden gizlemen, şaşılacak bir şey değil; şaşılacak şey kendinden de saklaman, kendinden de gizlemendir.
-
کار پنهان کن تو از چشمان خود ** تا بود کارت سلیم از چشم بد
- Fakat sen, işini gözünden bile gizle de işine kötü göz değmesin.
-
خویش را تسلیم کن بر دام مزد ** و انگه از خود بیز خود چیزی بدزد
- Kendini ücret tuzağına teslim et de sonra kendinden, kendiliğin olmaksızın bir şey çal.
-
میدهند افیون به مرد زخممند ** تا که پیکان از تنش بیرون کنند
- Yaralıya, vücudundan temreni çıkarabilmek için afyon verir, uyuturlar.
-
وقت مرگ از رنج او را میدرند ** او بدان مشغول شد جان میبرند
- Ölüm vaktinde de adama elem ve ıstıraplar verirler. O halde meşgulken canını alıverirler.
-
چون به هر فکری که دل خواهی سپرد ** از تو چیزی در نهان خواهند برد 1505
- Şu halde anlıyorsun ya, gönlünü herhangi bir düşünceye verdin mi, gizlice senden bir şey alacaklardır.
-
هر چه اندیشی و تحصیلی کنی ** میدرآید دزد از آن سو کایمنی
- Her ne düşünür, her ne elde edersen hırsız, emin olduğun yerden gelip çatmaktadır.
-
پس بدان مشغول شو کان بهتر است ** تا ز تو چیزی برد کان بهتر است
- Binaenaleyh bari en iyi işe koyul da hırsız, senden hiç olmazsa en bayağı, en aşağı bir şeyi alıp götürebilsin.